Güncel Başlıklar:
Ana Sayfa » , , , , » Qedrî Can Kürt Edebiyat Tarihi - Yazarlar

Qedrî Can Kürt Edebiyat Tarihi - Yazarlar

Unknown 6 Ağustos 2013 Salı 18:17


Qedrî Can (Kürt Edebiyat Tarihi-Yazarlar)
Hawar ekolünün en önemli isimlerinden olan(Kader kuyusu kitabındada geçiyor) Qedrî Can 1911 yılında Mardin’in Derik ilçesinde doğdu. Esas ismi ise Abdulkadir Can’dır. İlköğrenimini doğduğu kentte tamamlayan Can, yüksek öğrenimi için Konya’ya gidince yaşama bakışı değişir ve Kürtlüğünün farkına varması süreci başlar. Bu dönemde politik düşüncelerinden dolayı devletin kolluk güçleri tarafından aranır. Türkiye karmaşık bir dönemden geçmektedir. Bu karmaşık dönemde bazı Kürt entelektüelleri de hak-hukuk savaşı vermeye başlamış ama çoğunluğu baskılardan dolayı ülkesini gizlice terk etmek zorunda kalmıştır. İşte Qedrî Can da böyle bir sürece girer. Ya tutuklanacak ya da ülkesini bir daha görmemek üzere terk edecektir. Onun da kaderi geçen hafta sözünü ettiğim Nûredîn Zaza’nın kaderine benzer. Aslına bakılırsa Hawar ekolünün bütün fertlerinin kaderleri aynı mecrada ilerler. Ülkedeki zulme başkaldırırlar ve sonrasında çok sevdiği ülkelerinden sürgün olmak zorunda kalır ve bilmedikleri topraklarda özlem ateşiyle kavrulup bu dünyayı terk ederler. Can da ülkesini terk ettiğinde Suriye’ye gider. Sürgün oldukları topraklar onlar için bir şansa da dönüşür. Bütün zorluklara rağmen Kürtçeyi yaşatmanın ve geniş halk kitlelerine ulaştırmanın yollarını ararlar. Qedrî Can hem bugün bile modern sayılan şiirleriyle (ki en iyi şiirlerinden biri olan Gula Sor’u Ciwan Haco bestelemiştir) hem de öyküleriyle Kürt edebiyatı içinde kendine has bir yer edinir. Şiir ve öyküleri Hawar, Ronahî gibi dergilerde ve Roja nû gazetesinde yer alır. Edebi ve politik çalışmalarından dolayı Suriye’de gözaltına alınır ve 1959-61 yılları arasında tutuklu kalır. Qedrî Can 1972 yılında vefat eder ve Şam’da gömülür.
Vicdan azabı sorunsalı
Qedri Can ve kaderdaşı Kürtler yola çıkarken yazılı bir Kürt edebiyatından çok zor söz edilebilirdi. Ancak o ekolün yoğun çabası bugünkü modern Kürt edebiyatının temellerini atmıştır. (Her ne kadar bugün Türkiye’de yaşayan ve Kürtçe yazan bazı genç yazarlar bizden önce adından söz edilebilecek bir edebiyat yoktu deseler de çok ciddi bir yanılgı içine düşmektedirler. Bu tespit başka bir yazının konusu olduğu için burada kısaca değinme gereği duydum.) Qedrî Can’ın Guneh (Günah) adını taşıyan öyküleri Lîs Yayınları tarafından yayımlandı. Kitapta on beş öykü-deneme yer almakta. Guneh’teki öykülerin ortak teması çocukluk yılları ve anılardır diyebiliriz. Can, anılarını ustalıkla edebiyat estetiği içinde işlemiştir. Hatıralar, Can’ın da peşini bırakmamış ve yaşadığı zamanlarda bile hep geçmişin izini sürmüştür. Bu anılarda ise çoğunlukla dostluğu, tabiatı, Kürt geleneklerini işler. Bazı feodal değerleri eleştirmiş ve her defasında birlikteliğe vurgu yapmıştır. Guneh’teki iki öykü üzerinde durmak Qedrî Can’ı anlamak için vesile olabilir. Bu öykülerin ilki kitaba da ismini veren Guneh’tir. Guneh’te yazar okul çağlarına döner. Çocukluğunun geçtiği Mardin’in Derik ilçesine… Bu öyküde Can, iyi niyetle, arkadaşının cesaretini sınamak için yaptığı bir şakanın nasıl ölüme kadar gidebileceğini ustalıkla anlatır. Çocukların dünyasını ve geleneksel söylemlerden dolayı oluşan batıl inançların nasıl birer kabusa dönüşebileceğini bütün çıplaklığı ve çocukluğun acımasız dünyasının vurgusuyla işler. Sonrasında ise viraneye dönüşen ve bütün bir ömür boyunca insanın peşini bırakmayan vicdan azabına odaklanır. Bir şaka hem bir hayata, hem bir dostluğun sonsuza kadar yok olup gitmesine hem de bir çuval tuğla gibi bütün bir ömür boyunca taşınmak zorunda kalınan suçluluk duygusuna neden olur.
Politik tuzaktan uzakta
Bir diğer öykü olan Sond (Yemin) ise yine dostluklar ve sınamalar üzerinedir. Bu öykü kan kardeşi mevzusunu odağa oturtur. Eğer bir seçim yapmak gerekirse bence Qedrî Can’ın en iyi öyküsüdür de. Can, burada yine okul zamanlarına ve çocukluğuna döner. Öğrencilerin birbirini şikayet etmek için yarıştığı ve hocaların çocukları disipline etmek için zalimleştiği zamanlar. Anlatıcının, zayıf ve çelimsiz bir arkadaşını hocaya şikâyet etmesiyle başlar öykü. Çünkü su içilen bidonun musluğunu kırmıştır. Hoca tam da bu çelimsiz çocuğu cezalandırmak için falakaya yatıracaktır ki daha güçlü kuvvetli bir çocuğun çıkıp suçu üzerine alması ve onun falakaya yatırılması anlatıcıyı şaşkına çevirir. Falaka işlemi bitip, çocuk elden ayaktan kesilmiş bir halde bahçede otururken anlatıcı onun yanına gider ve neden kendisini hocaya karşı yalancı çıkardığını sorgular. Çocuğun cevabı ise hazırdır. Çünkü çelimsiz çocukla kan kardeşidirler ve güçlü olan, güçsüz olanın yerine ceza çeker. Yeminleri bunun üstüne kurulmuştur. Bu aşamadan sonra anlatıcı bir sorgulamadan geçer. Bakar ki çevresindeki herkes kan kardeşi olmuştur. Ama onun kan kardeşi yoktur. Bir süre bunun çaresizliğini çeker. Kendini yalnız hisseder. Yaptığından utanır. Nihayetinde o da bir şekilde kendisinden daha güçlü, daha cesaretli bir çocukla kan kardeşi olur. Ancak onun da kaderi farklı olmaz ve çember kapanır. Anlatıcıyı bir köpeğin saldırısından korumaya çalışınca köpek tarafından ısırılır ve kuduz olur. Sonraki süreçte de bir daha dostunu göremeden ölür. Dostluklar sınanmış, bedeller ödenmiştir. Bu öykü dostluk üzerine bugüne kadar okuduğum en iyi öykülerinden biridir. Çocukluğun nahifliği, güç ve zayıflık meseleleri, sınamalardan geçmek zorunda olan dostluklar ve bir yeminle değişen hayatlar… Can bütün öykülerinde pastoral hayatı bütün canlılığı ve kendi gerçeklikleriyle ustalıkla anlatır. Öykülerin dili geleneksel kelimelerin ağırlıkta olduğu ve bugün bile kullanılan bir dildir. Yapmacık olandan ve sonradan oluşturulmuş kelimelerden uzak, basit ve gündelik hayat içinde bile hâlâ kullanılan bir dil… sadece derdini bütün çıplaklığı ve çarpıcılığıyla anlatan, bir kelimesi bile fazla olmayan bir öykü dünyası… Can, bütünüyle politik bir alanda yer almasına rağmen öykülerinde politik olanın tuzağına düşmemiş. Gündelik hayatın çarpıklıklarını, ilişkilerin önemini, özlem duygusunu başat öğe olarak seçmiştir. Bugün bile hâlâ bütün canlılığıyla okunmasının nedeni de tam da burada yatmaktadır. Yerel olanı işlerken dar kalıplara girmemiş, evrensel olanı ve insanlığın ortak dertlerini göz ardı etmemiş, kendinden yola çıkarken bütüne seslenmeyi başarmıştır. Yazılı Kürt edebiyatının ilk ürünleri arasında yer almasına rağmen hem kurduğu öykü dünyası hem de dili onun dünya edebiyatından ve gelişmelerden haberdar olduğunu apaçık gösterir. GUNEH Qedrî Can Lis Yayınları 2007 96 sayfa.
Öneriler
SİLTANÊ FİLAN (FİLLER SULTANI)Yaşar Kemal, Çeviren: Mustafa Aydoğan, Nudem YayınlarıYaşayan Homeros Yaşar Kemal’in, Filler Sultanı yıllar önce Mustafa Aydoğan tarafından Kürtçeye çevrildi. Filler Sultanı’nda bir halk masalından yola çıkılarak güç ve haklılık arasındaki ilişki ele alınmıştır. Filler Sultanı gücüne güvenerek karıncalara savaş açar. Haklı yada haksız olmak onun için önemli değildir. Gücünü kendinden milyonlarca kez küçük karıncalar üzerinde denemektir niyeti. Ancak karıncalar birleşir ve haksızlığa boyun eğmeden filler sultanlığını devirirler.
DARA HINARÊ, (HÜYÜKTEKİ NAR AĞACI) Yaşar Kemal, Çeviren: Fırat Ceweri, Nudem Yayınları
Yaşar Kemal hem kullandığı dil hem de işlediği konulardan dolayı Kürtçenin ilgisini hep çekmiştir. Bu büyük ustanın Hüyükteki Nar Ağacı eseri de, Fırat Ceweri’nin özenli diliyle Kürtçeye çevrildi. Yaşar Kemal’in “doğa-insan ilişkilerini en iyi anlamda verdiğim yapıtlarımdan biri” dediği Hüyükteki Nar Ağacı, traktörün tarıma girmesiyle birlikte işsiz kalan yarıcılar ve mevsimlik işçilerin dramını konu alıyor. Kapitalizmin Çukurova’ya düşen büyük gölgesi, her satırla görünür kılınıyor.

Abidin Parıltı