Melayê Cizîrî
Kendisinden sonra gelen edebiyatçıların birçoğu üzerinde ciddi etkiler bırakan, klasik kürt edebiyatının yeri sarsılmaz ekollerinden biri olan Melayê Cizîrî, Cizre ilçesinde doğmuştur. Doğum ve ölüm tarihi ile ilgili birçok farklı yaklaşımlar var. Alexander Jaba, "Recueil De Noticeset Recits Kourds" adı ile 1860 yılında Rusya’da yayınladığı kitabında Melayê Cizîrî’nin 11. ve 12. yüzyıllarda yaşadığını belirtir. Kürt edebiyatçı Alaaddîn Seccadî ise “Mêjuy Edebî Kurdî” (Kürt Edebiyat Tarihi) adlı kitabında Melayê Cizîrî’nin 1407 ile 1481 yılları arasında yaşadığını açıklar. İngiliz Kürdolog David Neil MacKenzie “Mala-e Ciziri and Feqiye Teyran” adlı eserinde, Melayê Cizîrî’nin 1570 ile 1640 yılları arasında yaşadığını yazar.
Prof. Qanatê kurdo, M. B. Rudenko ile Minorski gibi yazarlar ise Kürtler üzerine incelemelerin yer aldığı eserlerinde Melayê Cizîrî’nin yaşadığı yıllar yerine 12. yüzyılda yaşadığını yazmayı tercih ederler.
Melayê Cizîrî’nin farklı yıllarda yaşadığını belirten yazarların, araştırmacıların her birinin dayandığı farklı nedenler var. Birçoğu Melayê Cizîrî’nin şiirlerinde atıfta bulunduğu diğer edebiyatçılardan yola çıkarak Melayê Cizîrî’nin yaşadığı yılları yorumlarlar. Bazıları ise Cizîrî’nin şiirlerindeki tarihsel tanıklıklardan yola çıkarak doğum ve ölüm tarihi belirtirler. Ama en önemli nedenlerden birisinin Melayê Cizîrî’nin asıl adından ve yaşadığı yöreden kaynaklandığı belirtilir. Cizîr bölgesi, Kürt coğrafyasında bugünkü Cizre’den Harran’a, oradan da Diyarbakır’a uzanan bir bölgeyi karşılar. ‘ada’ anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Bölgenin özelliğinden dolayı bu bölgede yaşayan birçok edebiyatçı, şair mahlas olarak ‘Cizîrî’ lakabını kullanmıştır. Asıl adı Şêx Ahmed el-Cizîrî olan Melayê Cizîrî de şiirlerinde yer yer Mela, yer yer de Melayê Cizîrî mahlasını kullanmıştır. 11. yüzyıldan sonraki dönemlerde bu bölgede adı Şêx Ahmed olan veya Melayê Cizîrî, Şêx Ahmedê Cizîrî gibi mahlasları kullanan çokça edebiyatçı olduğu sanılmaktadır. Tarih karmaşasının birçoğunun da bundan kaynaklandığı varsayılır. Ama Melayê Cizîrî’nin yaşadığı yıllar açısından günümüz araştırmacılarının büyük çoğunluğu 1570-1640 tarihlerini, en gerçekçi yıllar olarak tanımlarlar.
Melayê Cizîrî’nin şiirlerinin çoğunluğunda tasavvuf önemli bir yer tutar. Bunun yanı sıra dünyevi aşkı irdelediği şiirler de Melayê Cizîrî’nin eserlerinde önemli bir yer tutar. Şimdiye kadar bilinen Divan’ının yanı sıra başka eserlerine rastlanmamıştır. Melayê Cizîrî’nin Divan adlı eserini ilk olarak Martin Von Hartman 1904 yılında Birlin’de bastırmıştır. Bu ilk baskıdan günümüze Qamışlı müftüsü Ahmedê Zivîngî’den İstanbul Kürt Enstitüsü’ne ve Nubihar yayınlarına kadar birçok kurum ve kişi tarafından Melayê Cizîrî’nin Divan’ının çokça baskısı yapıldı.
Şiirlerinde sufist bir anlayışı öne çıkaran Cizîrî, şiirlerinde güzelliği Allah ile bütünleştirir; evrenin Allah’ın güzelliğini yansıtan bir ayna olduğunu ifade eder. Şiirlerinde güzellik ve aşkı birlikte yorumlayan Cizîrî, başat temalarından biri olan Selma’ya duyduğu aşkı içindeki öz ile bütünleştirmiştir. Birçok araştırmacı bu yönüyle Cizîrî’yi Mevlana ve Hafız gibi tasavvuf edebiyatının önemli şairlerine benzetir.
Melayê Cizîrî yaşamının neredeyse tümünü, Cizre’de Medresa Sor’da öğrencilerini eğiterek geçirmiştir. Şiirlerinde, Medresa Sor temasını da işleyen Cizîrî ile bu medrese arasında özel bir ilişki olduğu görülür. Melayê Cizîrî’nin çağdaşı II. Mîr Şeref tarafından inşa edilen bu medrese, son yıllarda yapılan restorasyonla bir kez daha yaşam buldu. İddiaya göre uzun yıllar Cizre dışında sürgün hayatı yaşadıktan sonra Cizre’yi ele geçirmek üzere yola çıkan II. Mîr Şeref, şehri ele geçirdikten sonra şehre ilk giriş yaptığı noktada bu zaferin anısına bir cami inşa eder. Medresa Sor, bu camiyle birlikte inşa edilerek Melayê Cizîrî’nin hizmetine sunuldu.
_____________________
Feqiyê Teyran
Klasik Kürt edebiyatının önde gelen şairlerinden olan Feqiyê Teyran, Hakkari’ye bağlı Mûks (günümüzde Van’a bağlı Bahçesaray) kasabasında doğmuş. Asıl adı Mihemed’dir. Şiirlerinin bazılarında Feqiyê Teyran adının yanı sıra ‘Mîr Mihê, Feqê Têra, Feqê Hêşetê, Feqiyê Gerok, Meksî’ ve ‘Xoce’ adlarını da kullanır. Feqiyê Teyran adının kuşlarla olan yakınlığından, hatta kuşlarla konuştuğundan dolayı kendisine verildiğine inanılır.
Feqiyê Teyran, yörenin önde gelen ailelerindendir. Büyük dedesinin Osmanlı Devletinden Mirlik (Beylik) Fermanı aldığı anlatılır.
Feqiyê Teyran 16 ve 17. yüzyıllar arasında yaşamıştır. Diğer klasik edebiyatçılardan farklı olarak şiirlerinin yanı sıra manzum eserler de yazmıştır. Birçok şiiri, medreselerde korunarak günümüze ulaşan divanları aracılığıyla, bugün de biliniyor. Bunun yanı sıra dengbêjlerin anlatımıyla Kürt folklorunun bir parçasına dönüşerek farklı varyasyonlarıyla da olsa günümüze ulaşmış eserleri vardır.
Feqiyê Teyran ile Melayê Cizîrî’nin aynı dönemde yaşadığı ve Feqiyê Teyran’ın yaşamının bir döneminde Cizre’de bulunan Medresa Sor’da (Kızıl Medrese) Melayê Cizîrî’den ders aldığı belirtilir. Feqiyê Teyran, “Feqî û Mele” adlı şiirinde Melayê Cizîrî ile yaşadıklarını anlatır. Feqî’nin uzun şiirinde anlattıklarının bir bölümü şöyledir:
“Suala min heqirî
Sedefek divê têkin
Îro li Cizîrê
Heqe li Mele kin
Hilak in ji derba tîrê
Çi derman heye lê kin”
Feqiyê Teyran’ın halkın bugün bile rahatlıkla anlayabildiği sade bir dili var. Medreselerde köklü bir eğitim almasına ve Arapça ile Farsçayı çok iyi bilmesine karşın, şiirlerinde ısrarla Kürtçenin kurmancî lehçesinin en sade biçimini kullanır. Elbet, Tüm klasik yazarlar gibi Feqiyê Teyran da Arapça ve Farsça’dan etkilenmiş ve yer yer şiirlerinde bu dillerden sözcüklere yer vermiştir. Bunun temel nedenlerinden biri İslamiyetin eğitim, dil ve kültür üzerindeki etkisidir. Kuran’ın dili olması nedeniyle kutsal olarak görülen Arapça, medreselerin birçoğunda Allah’ın dili olarak da benimsenmiş ve bu dilde de eserler verilmiştir. Farsça ise neredeyse bölge halklarının tamamının kültür ve bilim dilidir. Her iki dilin etkisini Feqiyê Teyran’da da görmek mümkün. Ancak Feqî, tüm eserlerini Kürtçenin kurmancî lehçesi ile yazmış, şiirlerinde bu dilden sözcükleri özenle kullanmıştır.
Feqiyê Teyran’ın Kürt klasik edebiyatçılarından bir diğer önemli farkı da sürekli halkla iç içe olması, onların acılarını da şiirleştirmiş olmasıdır. Zengin ve tanınmış bir ailenin ferdi olmasına karşın, şiirlerinde halkın acılarını kendi acısı bilmiş, onların çaresizliğini dizelerine dökmüştür.
Feqiyê Teyran’ın şiirlerinde Allah ve din temaları da önemli bir yer tutar. Şiirlerinin birçoğunda Allah’a ve peygambere övgü vardır. Aynı zamanda Allah ile kulları, özellikle de bir kul olarak kendisini karşılaştırır. Bu karşılaştırmaların önemli bir çoğunluğunda Allah’a ulaşmak isteği vardır.
Feqiyê Teyran’ın şiirlerinin bir bölümünde de sevgi ve aşk vardır. Allah’a olan inancını aşkla dile getirdiği gibi gerçek sevgiliye olan aşk da şiirlerinde kendini gösterir. Sevgililerin hiçbirinin adı şiirlerde geçmez. Ancak bu şiirleri okuyanlar onun kime aşk ile bağlandığını anlayabilir.
Feqiyê Teyran’ın günümüze ulaşmış eserleri şunlardır: Qewlê Hepsê Reş, Bersîsê Abîd, Şêxê Sen’an, Kela Dimdim (Dimdim). Bunların yanı sıra her biri kendi başına birer eser olan şiir ve destanları da vardır. Onları da şu şekilde sıralayabiliriz: Ay dilê min, Bi çar kerîman, Çiya anî li deştê kir, Dengbêjê jaran î, Dewran, Dilber, Dilo rabe, Ê bên, Ellah çi zatek ehsen e, Ey av û av, Ez çi bêjim, Feqe û bilbil, Feqe û Mela, Feqiyê Teyran û dîlber, Feqiyê Teyran û evîna dila, Feqiyê Teyran û quling, Feqiyê Teyran û roj, Îro Ji dest hunsa hebîb, Melayê Batê kanê, Mihacir, Qewî îro zeîfhal im, Yar tu yî.
__________________________
Melayê Batê
Çarlık Rusyası Erzurum Başkonsolosu Alexander Jaba, Petersburg Bilimler
Akademisinin talebi üzerine Erzurum ve çevresinde Kürt dili ve edebiyatı üzerine yaptığı araştırmalarda edindiği bilgilerden ve el yazması ürünlerden sonra kaleme aldığı kitabında asıl adı Ahmed olan Melayê Batê’nin 1417 ile 1491 yılları arasında yaşadığını yazar. Melayê Bate’nin Hakkari’ye bağlı Beytüşşebap ilçesinin Batê köyünde dünyaya geldiğini belirten Jaba, Mewluda Kurdî (Mewluda Pêxember, Mewluda Şerîf) eserinin yanı sıra büyük bir divanının olduğunu da söyler.Jaba’dan sonra yazan M. B. Rudenko ise Kürt edebiyatı üzerine yaptığı incelemeleri kaleme aldığı eserinde Melayê Batê’nin Zembilfroş adlı bir manzum eserinin de olduğunu söyler.
Melayê Batê’nin her iki eseri bugün de, Rusya’nın St. Petersburg kentinde, Saltikov-Sçedrin kütüphanesinde mevcuttur. Ancak Jaba’nın sözünü ettiği Divan’ı henüz bulunmamıştır. Jaba, Melayê Batê’nin Divan’ında yer aldığını belirtiği bazı şiirlere çalışmasında yer vermiştir.
Melayê Batê’nin Feqiyê Teyran’ın doğum yeri olan Mûks’de, Mîr Hesen Welî’nin medresesinde okuduğu biliniyor. Yazdığı şiirlerden birinde Mîr Hesen Welî’ye vedası ana temadır. Yöre halkının sözlü anlatılarının günümüze ulaşmış varyasyonlarından yola çıkılarak Batê’nin bu şiirini Mûks’den dönerken yazdığı belirtilir. Melayê Batê, Mûks’den dönerken yolda kara ve tipiye yakalanarak sığındığı mağarada yaşamını yitirir. Halk arasındaki söylencelere göre Melayê Batê’nin cesedi Berçelan Yaylasındaki bir mağarada bulunduğunda, elindeki kağıtta Mîr Hesen Welî’ye yazdığı şiir varmış. Melayê Batê’nin Mûks’ün yanı sıra Duhok, Hewlêr ve Musul medreselerinde dini eğitimin yanı sıra tıp ve edebiyat eğitimi aldığı, daha sonra Hakkari Meydan Medresesinde hocalık yaptığı biliniyor.
Melayê Batê’nin günümüzde en çok bilinen eseri Mewlud adlı Peygambere methiyesidir. Kürtler, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen dini törenlerinde, düğün ve sünnetlerinde Melayê Batê’nin Mewlud’ünü okurlar. Eserin günümüze eksiksiz taşınmasında bu geleneğin ciddi bir etkisi vardır.
Melayê Batê’nin el yazması Mewlud’ü birçok medresede feqîler tarafından el ile çoğaltılarak dağıtılmıştır. İlk olarak ise 1905 yılında Mısır’da basılmıştır. Batê’nin Mewlud’ü Mısır’dan sonra, 1907 yılında İstanbul’da Mela Huseynî Ertoşî adı ile basılmıştır. Kendisi de Ertoşî aşiretinden olan Melayê Batê’nin bu eseri sonraki yıllarda kendi adıyla, Melayê Batê adıyla basılmıştır. Batê’nin eserleri son yıllarda Zembîlfiroş ile birlikte Latin alfabesine de çevrilerek, yeniden basılmıştır.
Melayê Batê’nin eserlerinden yola çıkarak yapılan değerlendirmelerde eğitime verdiği önem ilk göze çarpanlardandır. Bu konuyla ilgili halk arasında dilden dile anlatılan bir söylenceye de yer verilir. Bu söylenceye göre ağır vergi borçlarından bunalan halk Melayê Batê’yi Mîr’in huzuruna gönderir. Mîr, halkın vergi borçlarını sileceğini, ancak Batê’nin karşılığında kendisine ne vereceğini sorar. O ise, “Mîr’im gücüm 150 öğrenciyi daha okutmaya yeter. Borçları silerseniz, 150 öğrenciyi daha alır, okuturum,” der.
Bilindiği gibi Zembîlfiroş destanının Kürtler arasında anlatılagelen birçok versiyonu vardır. Mem û Zîn, Ferhad ile Şirin, Leyla ile Mecnun gibi bir aşk öyküsü olan Zembîlfiroş’ta, yöre beyinin eşinin (Xatûn) zembil (el örmesi hasır sepet) satıcısına aşık olması anlatılır. Kendisi de bir pernses olan, ancak dünyevi zevkleri bırakıp uhrevi dünyaya dünyaya yönelen Zembîlfiroş, onca zenginliğe rağmen emeğiyle geçinir. Zembîlfiroş’ta, dönemin sosyal ve toplumsal örgüsü ile Xatûn’un aşkı irdelenirken, Zembîlfiroş’un uhrevi dünyasından yansımalarla da dünyevi ve uhrevi olanlar arasında etkin bir felsefi bağ kuruluyor.
Melayê Batê’nin “Ey dil werin dîsan biçoş, / Carek ji caran mey bînûş, / Bikin qiseta Zembîlfiroş, / Da seh bikin hîkayetê.” Dizeleri ile başlayan Zembîlfiroş adlı eserinde Xatûn’ın Zembîlfiroş’a aşkı şu dizelerle yer alıyor:
“Xatûn dibê tu lawê beyanî,
Lew dibêm da tu bizanî,
Min tu ji bo dilê xwe anî,
Da em bikin misilhetê.
Law bi Xatûnê re dibête,
Tu mixaziya dil divête,
Dayim ji heq nekin vehête,
Rû sipiyîn di axretê.
Xatûn dibêje bavê xeyalan,
Were ser doşek û palan,
Bîhn ke zulf û xalan,
Law dibe zilfê herîrê.
Pîroz be lawê mîrê,
Çi hede lawê feqîrê,
Tev bide vê misilhetê,
Xatûn dibê lawê verêvan.”
_______________________Ahmede Xane
Klasik Kürt edebiyatının günümüzde en çok bilinen yazarlarından bir diğeri de Ehmedê Xanî’dir. Büyük aşk öyküsü Mem û Zîn’i kaleme alan Ehmedê Xanî, bu eserini Memê Alan adlı sözlü halk destanından esinlenerek yazmıştır. Memê Alan’ı yeniden yorumlayan Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’e yüklediği en büyük anlam, ona kattığı bakış açısıdır. Mem û Zîn’i klasik bir aşk öyküsü olmaktan çıkarıp Kürtlerin dönemin sosyal, toplumsal olgularını da irdeleyen bir esere dönüştüren Ehmedê Xanî, eğitime, bilime ve halklar arasındaki kardeşlik ve birliğe verdiği öneme de bu destanında yer veriyor. Xanî eserinde, İran ve Osmanlı devletleri arasında coğrafyaları bölünmüş Kürtlerin yaşadığı dramlara da önemli bir yer veriyor. Yüzyıllar önce Kürtler arasında birliğin olmayışından söz eden, bu nedenle Kürtlerin geri kaldığını ve devlet olamadığını belirten Ehmedê Xanî, eserinin birçok yerinde Kürt dilinin güzelliklerinden de söz ediyor.
Ehmedê Xanî’nin de diğer birçok klasik Kürt yazarı gibi yaşadığı yılları tam olarak belirlemede sıkıntılar vardır. Doğum tarihini Mem û Zîn adlı eserinde kendisi yazıyor. “Çünkü görünmezlikten koptuğu zaman / tarih bin altmış bir idi o zaman” diyerek Hicri 1061’de, yani 1651 yılında dünyaya geldiğini belirten Xanî’nin, ölüm tarihi ile ilgili net bilgiler yoktur. Ehmedê Xanî ve Mem û Zîn üzerine yaptığı araştırmalarıyla bilinen Mehmet Emin Bozarslan, Mem û Zîn’in Türkçe baskısına (Deng Yayınları, Mayıs 1996, İstanbul, s.14) yazdığı önsözde, Xanî’nin ölüm tarihi ile ilgili şöyle yazar:
“Xanî’nin yaşamı gibi ölüm tarihi de belirsizdir. Bazı yazar ve araştırmacılar onun 1706 yılında vefat etmiş olduğunu bildiriyorlar. O görüşün kaynağı ise Kürt yazarı Aladdin Seccadî’nin, ‘Mêjuy Edebî Kurdî’ (Kürt Edebiyat tarihi) adlı kitabında bir Kürt hocasından aktardığı bir bilgidir. Alaaddîn Seccadî’nin yazdığına göre o hoca, medrese öğrenimi zamanında, ‘Samedaniyye’ adlı bir elyazması kitap görmüş; kitabın üzerinde Arapça, ‘tare Xanî ila Rabbihi’ yani ‘Xanî rabbine doğru uçtu’ sözü yazılıymış. Eskiden kullanılan ve ‘Ebced Hesabı’ denilen bir hesaba göre, o sözdeki harfler Hicri 1118 tarihini gösterir ve o tarih de Miladi tarihe göre 1706-1707 eder.”
Ehmedê Xanî’nin ailesi ile bilgiler ve doğum yeri üzerine de araştırmacıların farklı söylem ve değerlendirmeleri var. Kürt yazar Alaaddîn Seccadî’ye göre Xanî’nin babasının adı Rüstem, dedesinin adı ise İlyas’tır. Seccadî, Xanî’nin dedesinin önceleri Botan bölgesinde yaşadığını ve buradan Ağrı’nın Bayezîd bölgesine göç ettiğini yazıyor. Sadıq Bahaddîn Amedî ise yerel melelere dayanarak Xanî’nin Hakkari’nin Çukurca (Çelê) ilçesine bağlı Sêgundan köyünde doğduğunu ve Bayezid’te vefat ettiğini söyler. Yine Mehmet Emin Bozarslan adı geçen eserinde, Kürt şair ve yazarı Hejar’ın Mem û Zîn çevirisine Hasan Kızılcı’nın yazdığı önsöze atıfta bulunarak Xanî’nin Bayezîd ve Botan’da bulunan Xanîyan aşîretinden olduğunu ve Xanî doğmadan birkaç yıl önce babasının Bayezîd’e yerleştiğini ancak aşireti ile ilişkilerini de koparmadığını yazar.
Xanî’nin aşireti ile ilgili ise Farhad Shakelî’nin Uppsala Üniversitesi’ne sunduğu bir araştırmasında geçen ibareler vardır. Shakelî, 20. yüzyılın başlarında Kürt coğrafyasını dolaşarak araştırmalar yapan Mark Tykes’in “The Kurdish Tribes of the Otoman Empire” (Osmanlı İmparatorluğunun Kürt Aşiretleri) adlı çalışmasındaki değerlendirmelerden yola çıkarak Hakkari’nin kuzeyinde Xweşav (Hoşaf) yakınlarında Xanîyan (Xanîler) aşiretinin varlığından söz eder. Bozarslan ise bu aşireti, Xanî aşireti olarak yorumlayıp Ehmedê Xanî’nin bu aşiretten olduğunu belirtir.
Xanî, kendisiyle ilgili bilgilerin birçoğuna Mem û Zîn adlı eserinde yer verir. Örneğin eğitimi ile ilgili ipuçlarını şu dizelerinden anlayabiliyoruz:
Ez pîlewer im ne gewherî me
Gezgin satıcıyım ben, cevher satıcısı değilim
Xudreste me ez, ne perwerî me
Kendi kendime yetişmişim, yetiştirilmiş değilim.
Xanî Mem û Zîn adlı ünlü eserinde Kürtlerin milli birliği, Kürt kimliği, coğrafyanın parçalanmışlığının halklara getirdiği zorluk ve acılara da yer veriyor. Mem û Zîn’de Kürtlerin kendi arasındaki dağınıklıktan şikayet eden Xanî, şu dizelerle görüşlerini dile getiriyor:
Ger dê hebûya me padîşahek
Bizim de bir padişahımız olsaydı eğer
Laîq bidîya Xwedê kulahek
Allah ona bir taç layık görseydi eğer
Tayîn bibûya jibo wî textek
Belirlenmiş olsaydı onun için bir taht
Zahir vedibû jibo me bextek
Açıkça açılırdı bizim için de baht
Hasil bibûya jibo wî tacek
Elde edilseydi onun için bir taç
Tînane derê ji dest leînan
Elbet olurdu bizim için de revaç
Eserinde sürekli tevazu gösteren Xanî, kimliği ile ilgili tanımlamalarda bulunurken de bu tevazuyu elden bırakmıyor:
Kurmanc im kûhî û kenarî
Kürdüm ben, dağlıyım ve kenardanım
Van çend xeberêd kurdewarî
Kürdçe olan şu birkaç sözümü benim
Îmza bikirin bi husnê eltaf
İyilik ve lütuflarından imza etsinler
Îsxa bikin ew bi semê însaf
Ve insaf kulağıyla da dinlesinler
(Mem û Zîn, Ehmedê Xanî, Şiirleri Türkçeleştiren: Mehmet Emin Bozarslan)
Ehmedê Xanî’nin eserinde önemli yer tutan olgulardan biri de insan sevgisi ve bu sevginin dayandığı felsefedir. Adeta bir filozof gibi dizeleri işleyen Xanî, insan sevgisininin yanı sıra, iyilik ve kötülüğe de eserinde önemli bir yer veriyor.
Xanî’nin eserinde yer alan önemli olgulardan biri de Allah sevgisidir. Tasavvuf edebiyatının önemli bir eseri olarak görülen Xanî’nin Memû Zîn’ininin yanı sıra diğer eserlerinde de Allah sevgisinin ve imanın önemli bir yeri vardır.
Xanî’nin Mem û Zîn dışında iki önemli eseri daha günümüze ulaşabilmiştir. Xanî, günümüze ulaşan “Nûbara Biçûkan” (Çocukların Baharı) ile “Eqîda Îmanê” (İnanç Yolu) eserlerinin ilkinde çocuklara dil öğretmeyi amaçlamıştır. Bunun içindir ki Nûbara Biçûkan birbiriyle uyumlu dizeler halinde olan bir Arapça ve Kürtçe sözlük biçiminde kaleme alınmıştır. Bu kitabın yazımı, Xanî’nin Kürt çocuklarının eğitimine verdiği önemi göstermesi bakımından da önemlidir. Xanî, Eqîda Îmanê adlı kitapçığında ise İslam dininin koşullarını, kurallarını şiirsel bir dille kaleme alıyor.
14 yaşından itibaren yazmaya başlayan Xanî’nin günümüze ulaşan eserlerinin dışında çokça eserinin olduğu biliniyor. Ancak bu eserlerden, adını andığımız kitapları dışında sadece birkaç şiir bugüne kadar elde edilebilmiştir. Bazıları Mela Mahmûdê Beyazîdî tarafından elde edilen bu şiirlerden bir kısmı, halen Rusya’da Petersburg kütüphanesinde korunmaktadır.
Fehmi Işık