Güncel Başlıklar:
Ana Sayfa » , , , , , » Dicle Türküsü'nün Sesi, hatırlıyorum, bizim ve Dicle’nin yeni hayatının başladığı o anda şöyle duyuldu. Mehmed Uzun

Dicle Türküsü'nün Sesi, hatırlıyorum, bizim ve Dicle’nin yeni hayatının başladığı o anda şöyle duyuldu. Mehmed Uzun

Unknown 11 Ocak 2015 Pazar 20:02



Dicle Türküsü'nün Sesi, hatırlıyorum, bizim ve Dicle’nin yeni hayatının başladığı o anda şöyle duyuldu:

Uğurlar olsun mağlup Mir, uğurlar olsun.
Uğurlar olsun mağlup insanlar, uğurlar olsun.
Uğurlar olsun mağlup ülke, yenik ahali, uğurlar olsun.
Uğurlar olsun size, bize, uğurlar olsun bana.

Sıcaktı, yaz kavurucu, yakarış doluydu yürek.
Yola çıkıyoruz, yaşadığımız, yaşanan en kötü an.
Dünya kavruluyor, yanıyor memleket.
Yolumuz, dönüşü olmayan yolcuların çıktığı en uzun yol.
Alnımızda yenilginin mührü,
Yüzümüzde, yüzümdeki yaraya benzer yıkımın yarası,
Yürekte yankı, ruhta bir çığlık gibi hawar var.
Atlarımızın topukları kurumuş otların içinde
Yorgun gözlerimiz, önümüzdeki sis ve dumanda.
Sevgililerimiz, yarimiz, yaşlılarımız, çoluk çocuğumuz ardımızda.
Osmanlı asker ve zabitleri, top ve tüfekleri, kılıç ve hakaretleri, marşlarıyla hep etrafımızda.
Gidiyor, gurbet ülkesi yolunun yolcuları, artık ne ses, ne de seda.
Gidiyorlar.

Köyler yanmış, şehirler harabe, ülke darmadağın.
Yabancı dillerde küfür, hakaret, aşağılama ve mağrurluk.
Her adımda yangın, kan, ölüm.
Gözler yuvalarına kaçmış, ruh küle dönüşmüş, alında ter, gözlerde yaş.
Beden ıslak, dudaklar kurumuş.
Yukarıda asılı ölüm, yürekler yorgun.
Gidiyorlar.

Bildik bir hayattan, bize ait bir dilden,
Yakılmış köylerden, yeni kazılmış mezarlardan,
Kurulmuş taziyelerden, etrafı saran hawar ve iniltilerden,
Uzaklaşıp gidiyoruz.

Dipsiz vadilerden, rengârenk yüksek yaylalardan,
Altın sarısı ekin tarlalarından, gümüş renkli boz ovalardan,
Şavkıyan gecelerden, altın sarısı seherlerden,
Geçip gidiyoruz.
Vadilerin kurumuş su ve pınarlarını, yaylaların solmuş gül ve çiçeklerini,
Ovaların kurumuş otlarını, çer çöpünü,
Gecelerin ay ve yıldızlarını, seher vakitlerinin sessizlik ve aydınlığını,
Her şeyini o ülkenin, her şeyini ardımızda bırakıp gidiyoruz.
Ölüm kalım, belki de sadece ölüm yolunda.
Ölüm ülkesini ardımızda bırakıp gidiyoruz.

Hayır, yerin göğün yaratıcısı, ölüm ülkesine dönüşmüş cennetini sevmiyor.
Hayır, Dicle, kaderim benim, ölüm ülkesi, bahtiyarların ülkesi değil.
Dut ağaçlarındaki serçeler, dağ mağaralarındaki kuşlar.
Bahar kırlangıçları, yükseltilerdeki turnalar.
Göllerin flamingoları, Cudi’nin şahinleri, Şengal kartalları.
Nehirlerdeki balıklar.
Apê Xelef’in tütünü, Mam Safo’nun piposu.
Amojna Reşê’nin küfürleri, Gulîzer’in örgüleri, Armê’nin bakışları,
Kütüphanenin kitapları, Medresa Sor’un çeşmesi,
Benekli taşlarla inşa edilmiş burç, Mir’in bağları.
Herekol’un keklikleri, Bagok’un güvercinleri, Gabar’ın bülbülleri.
Hayır, Dicle, alnıma vurulmuş mühür, alemin yaratıcısı, bütün bunlar, ayrılık türküsü, ölüm ağıtı ve mağlubiyetin yakarışı için sunulmuş.

Biz, beş paralık, yıkılmış, yol bilmez yolcular.
İstekleri bastırılmış, muratları köreltilmiş.
Aç, susuz. Eller, yüzler, dudaklar çatlak. Diller kilitli.
Güçten düşmüş, sesten kesilmiş.
Dicle, altın sarısı ışıklarla parlayan nehir, hep Tanrı’nın lanetine şahitlik yapan Dicle, haydi matem türküsüne otur, haydi inle.
Gidiyoruz biz.
Dicle nehrim benim, beni, hayatımı anlat yolculara.
Yeni bir şarkı ulaştır kırık yüreğime.
Yeni sözler öğret yaralı ruhuma,
Kaderimizin yeni bir sayfası olan destanlarınla uyut beni, al beni koynuna.
Hoşça kal Dicle, hayatım benim.
Hoşça kal Dicle’nin mavi ve kızıl toprağı
Hoşça kal yer gök, güneş ve ay,
Oğlunuz, çobanların çobanı dengbêj Apê Xelef’in talebesi,
Yezidilerin, Keldanilerin, Nuh Nebi’nin kadim seslerinin öğrencisi.
Ruhunu Dicle’nin sesiyle terbiye eden.
Seslerinizden yeni bir ses yaratan, türkülerinizden yeni türküler,
Cudi Dağı’nın, Laliş Vadisi’nin, Babil ve Ninova’nın, öfke ve gazabın türküsünü size armağan eden adam, gidiyor.

Dicle, yorgun nehir, çığlığım benim, yakarışım.
Gidiyoruz, gidiyorum ben.
Bırakma, bırakma ne olur beni...

Mehmed Uzun (d.1953, Siverek)