Güncel Başlıklar:

Dengbej Ayşe Şan Kimdir

Unknown 31 Temmuz 2013 Çarşamba 15:46

31 Temmuz 2013 Çarşamba



 Yanik, kor gibi, kizil kadife gibi bir sesi vardi. Bütün Kürdistan onun sesini duymak için elinden geleni yapardi, ama kimse bilmezdi yine de Eysê?nin nasil çileli bir hayat yasadigi…
Oysa onun bütün yasami sürgünde geçmisti. Diyarbakir?dan Antep?e, oradan Istanbul?a, Almanya?ya, Bagdat?a, Hewler?e ve en sonunda yasamini sonlandiracagi Izmir?e… Bir çile abidesi yasami vardi Ayse San?in. Aramizdan ayrilali tam 10 yil geçti. Ölümünden sonra da üzerindeki baski ve siddet sona ermedi. 1996 yilinda yakalandigi kanser hastaligi nedeniyle Izmir?de yasamini kaybeden Ayse San?in son istegi olan Diyarbakir?a gömülme vasiyeti de yerine getirilemedi henüz.
Çünkü Ayse San, Kürtlerin yabancisi olmadigi baski ve siddete, gericiligin dehset verici öfkesine en sert biçimde maruz kaldi yasami boyunca. Bir insan için her zaman ?çok agir? gelecek olan hikayesi daha çocuk yasinda baslamisti… Eysana Kurd, Eyse Xan, Eysana Eli olarak ta taninan, Qederê ve Dayikê gibi unutulmaz sarkilara da imza atan Ayse San?in hayati, 1938 yilinda Diyarbakir?da basladi. Babasi da denjbêjdi ve küçük yasta müzikle tanisti.
Baba evinde kurulan dengbêj divanlariyla yasama gözlerini açan Ayse San, sanat hayatina mevlitlerle, yani dini sarkilar söyleyerek baslar. Dokuz yasinda babasini yitiren San, çevresinin, kadinlarin sarki söylemesine siddetle karsi çikmasi ve maruz kaldigi feodal baskilar nedeniyle genç yasta Diyarbakir?dan ayrilarak Antep?in yolunu tutar. Antep?te sanat yasamina ilk ciddi adimi atan Ayse San, Kürtçenin yasak olmasi nedeniyle radyoda Türkçe sarkilar söylemeye baslar. Iki yil boyunca bunu sürdüren San, 1963 yilinda sanatin merkezi olarak gördügü Istanbul?un yolunu tutar.
Istanbul?da Kürtçe ve Türkçe konserler verir. Ilk ünlenen sarkisi ?Ez Xezalim? adli parçadir. Kisa süre sonra çikardigi Kürtçe-Türkçe ilk kaseti, onun tüm Kürdistan?da taninmasina yol açacaktir. Ancak Ayse San?in taninmasi, onun üzerindeki baskilari azaltmaz, bilakis artirir. Kürtlere ve Kürtçe diline yönelik tehditlerin en siddetli dönemi olan bu yillarda baskilara daha fazla dayanamayan San, Türkiye?yi terk ederek Almanya ya gider. Sürgünde sanatini sürdürmeye çalisan kadin sanatçi, burada 18 aylik kizi Sahnaz?i yitirince direndigi baskilara bir de duygu dünyasindaki büyük yikim eklenir. San?in dillere destan ?Qederê? adli parçasi bu yillarda yazilir ve söylenir.
San, Almanya?da geçirdigi bu dönemin ardindan yeniden Istanbul?a döner. Baslangiçta iyi bir evlilik yapacak ve üç çocuk doguracaktir ama Istanbul?daki yasami da hiç iyi gitmeyecektir. Üç çocuk sahibi olan San bu kez, Kürtçe söyledigi sarkilar nedeniyle devletin baski ve tehditleri ile karsilasir. Bu sirada çocuklarinin da kendisini yalniz birakmasi üzerine 1979 yilinda Bagdat?in yolunu tutar.
CIZRAWÎ VE BERWARÎ ILE TANISMA
Ayse San?in bazi sanatçi arkadaslarinin yardimi ile Bagdat?in Sesi Radyosu?nda Eysana Eli adiyla sesini duyulmaya baslar. Dönemin Hewler Valisi?nin daveti üzerine Hewler?e giden San burada iki büyük Kürt sanatçisi, Mehmet Arif Cizrawi ve Isa Berwari ile tanisir. Cizrawi ve Berwari ile Güney Kürdistan?in birçok yerinde konserler verir.
Ayse San?in hayatindan etkilenen Cizrawi, ?Le le le waye,
Eysane le waye, çav biçuke le waye..? gibi Ayse San?nin askini dilendiren sarkilar seslendirir.
Ayse San, kardes ve akrabalarinin ölüm tehditleri yüzünden o çok sevdigi Diyarbakir?a hiç gidemez. Çünkü yakinlarina göre bir kadinin, erkeklerin bulundugu bir ortamda sarki söylemesi büyük bir suçtur. Fakat bir tek annesi sahip çikar Ayse San?a, ancak ananin destegi de baris için yeterli olmaz. Kaldi ki ölümünden önce son kez kizini görmek isteyen anneye akrabalari izin vermeyecektir. Öfke bununla da bitmez ve bu feodal zihniyet, Ayse San?a, annesinin mezarini ziyaret etmesi için bile izin vermez. Bu olay Ayse San?in hayatinda büyük bir yara açar. Ayse San, bu acisini, Kürdistanlilarin belleginde, müzik duygusunda derin izler birakan ?Dayike? sarkisiyla dillendirir.
DAYIKÊ ILE ANALARIN ÇIGLIGINA DÖNÜSTÜ
Ayse San ?Dayike? ile tüm annelerin yüreginin sesi olmustur. Kendi yasaminda tanik oldugu Kürtlerin aci ve baski dolu yasamini sarkilarinda dilendiren Ayse San, yine de bütün acilarini vakur bir sekilde karsilayacak ve sunlari söyleyecektir: ?Ezilmislik, kendisiyle beraber büyük aci ve keder yaratir. Eger bizim de özgür bir ülkemiz olsaydi, halkimiz da kendi degerlerinin kiymetini bilirdi. Biz halkimiz ve ülkemizin ezilmisligine feda olacagiz…?
Ayse San’in aci ve keder dolu yasami yakalandigi amansiz kanser hastaligi nedeniyle 18 Aralik 1996 tarihinde Izmir?de son bulur. Dogdugu yer olan Diyarbakir’da gömülmeyi vasiyet etmis olmasina ragmen, bu istegi yerine getirilmez.
Ayse San?in belleklerde derin izler birakan bazi sarkilari sunlardir: Lê lê bêmal, Lorkê lorkê, Daykê qurban, Qederê yar, Cemîle here were, Xezal, Lê lê dînê, Xivsê, Kirasê te melese, Yar Meyro, Derdê hewiyê, Hepsîyo, Min tu dibu, Memê Alan, Nazliyê ve Wey Saliho Kurmam…
DAYIKÊ
Sivan Parwer de dahil çok sayida ünlü Kürt sanatçisinin seslendirdigi San?in Dayikê parçasi:
Dayîkê qorban ava çemê Diyarbekir îro diherike leme leme eeee
Dayîkê qorban pêl li pêlê dixe davê keleme
Wele îro dayîka min nexwese waya min turine
Hêsrê çavê mi dêrana xwedê weke baranê biharê diherike, nasekine
Hey wax dayê xerîbim dayê, hey wax dayê nemînim dayê,
Hey wax dayê bêkesim dayê, bê te kesê min nemaye li vê dunyayê ez bimrim dayê
QEDERÊ
San?in her zaman dillerden düsmeyen parçasi ?Qederê?
Were yar… Qederê yar
Qederê ser bikim mîna qederê xelkê tu ji min re nebûy yar
Te ez kirim peyakê rêdurê westiyayî peyayê piyadar
Tu bûy siwarekî bi rim û bi mirzaq
Li ser pista sêwîxelqê bûy siwar
Yar yar yar qederê
tuyê li dawiyê buye gurekî
siba tu birçî ye har yar yar yar…..
yorum | | Devamı...

Şeyhmus Dağtekin

Unknown 29 Temmuz 2013 Pazartesi 10:42

29 Temmuz 2013 Pazartesi



Şeyhmus Dağtekin, Kürt şair ve yazar. 1964 yılında Adıyaman’ın Harun Köyü’nde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Adıyaman’da, yüksek öğrenimini ise Ankara’da yaptı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne bağlı Basın Yayın Yüksek Okulu'nu 1986’da bitiren Şeyhmus Dağtekin, 1987 yılında Fransa’ya gitti. Halen Paris'te yaşayan Dağtekin, Fransızca'nın yanı sıra, Türkçe ve Kürtçe de yazmaya devam etmektedir.

Bugüne kadar Fransızca olarak sekiz şiir kitabı, bir de romanı yayınlanan ve Türkçe olarak da 1992'de yayınlanmış Aşkın Yalın Hali isimli bir çalışması bulunan Dağtekin, kitabı Juste un pont sans feu ile 2007'de Fransız dilinin en önemli şiir ödülü olan Mallarmé Şiir Ödülü’nü, 2008'de de Fransız Akademi'sinin Théophile Gautier Şiir Ödülü’nü kazandı.

Daha önce Les chemins du nocturne adlı kitabı ile Uluslararası Yvan Goll Şiir Ödülü’nü de kazanan Dağtekin’in 2010 yılında Doğan Yayınlarından Varlığın Öteki Yüzü adıyla bir çevirisi çıkan À la source, la nuit romanı ise 2004 yılında Fransızca'nın 5 Kıtası Özel Ödülü’ne layık görülmüştü.
yorum | | Devamı...

Abdurrahim Rahmi Zapsu


Abdurrahim Rahmi Zapsu
Abdurrahim Rahmi Zapsu (d. 1890 BaşkaIe, Van Türkiye), Kürt siyasetçi. Soyu baba tarafından AbdüIkadir GeyIani, ana tarafından Abbasi süIaIesine dayanmaktadır. Kürt TaIebe Ümit Cemiyeti ve Kürt TeaIi Cemiyeti‘nin kurucusudur. OsmanIı dönemi son iIahiyat mezunIarından, ayrıca maIiye de okumuştur. Kürtçe tiyatro eserIerin yanında ‘Büyük İsIam Tarihi’ adIı üç ciItIik kitap oImak üzere pek çok kitabı vardır. Said-i Nursi‘nin hem taIebesi, hem siIah arkadaşıdır. I. Dünya Savaşı‘nda Said-i Nursi ve Abdurrahim Zapsu Doğu Cephesi’ne gitti. RusIar’a esir düştüIer. Abrurrahim Zapsu’nun Şeyh Said İsyanı‘nın iki numaraIı ismi oIduğu beIirtiImektedir. Bu yüzden sürgün yemiş, hapis yatmıştır. Necip FazıI Kısakürek‘in öncüIüğünde kuruIan Büyük Doğu Cemiyeti‘ninin de kurucu üyeIiği, İstanbuI’da, DicIe TaIebe Yurdu’nun yöneticiIiğini de yapmıştır. Abdurrahim Zapsu, Bedirhan Aşireti Iideri Bedirhan Paşa’nın torunIarından Arusî Şeyhi M. Aziz Çınar’
ın kızı Hidayet HanımIa evIenmiştir. Bu evIiIikten üç çocuğu oImuştur. Kızı HaIe, Musa Anter‘Ie evIenmiştir. OğIu Mustafa Pertev, ‘Masey Ferguson’ traktörIerinin Türkiye’deki imaIatçısı UzeI aiIesinin kızı Gaye UzeI iIe hayatını birIeştirmiştir. Bu evIiIikten Cüneyt Zapsu doğmuştur.
yorum | | Devamı...

Tandır Balığı - Kürt Mutfağı

Unknown 26 Temmuz 2013 Cuma 03:48

26 Temmuz 2013 Cuma


 Masiyê Tenûrê - Tandır Balığı
Yöre : Wan - Van

Tandır Balığı , Dünyada yalnızca Van da bulunan ve gölün sodalı sularına uyum sağlamış bir balık olan inci kefalinden yapılır.Ayrıca bu inci kefalinden havyar elde elde edilir ve bu balık tuzlanarak tüketilir.Bahar aylarının sonuna doğru havyarlı olanlarına denk gelirseniz daha da bir tat alırsınız ki inci kefalinin havyarının lezzeti Dünyaca meşhurdur.

Balıklar iyice yıkanıp temizlendikten sonra tuzlanıp kalbur üzerine dizilerek iyice süzdürülür. Diğer tarafta bir tabak içerisinde yoğurt ile un karıştırılarak yoğurt kıvamında bir bulamaç hazırlanır. Tandır iyice kızdırılır. Genellikle tandırda balıktan önce ekmek pişirildiği için tandır kızgın durumdadır. Balıklar hazırlanmış olan bulamaç’a batırılır, elin içinde iki yada üç tane alınarak tandırın kenarlarına sırayla yapıştırılır, tandırın ağzına bir sac kapatılır, balıklar pembeleşinceye kadar pişirilir. (isteğe göre bazen balıklar karın kısmından kesilerek havyarı içinde kalacak şekilde hava kesesi çıkarılır, içi temizlenir sonra pişirilir .

Tandirdan cikarinca daha once hazirlanip dinlendirilen tuzlu serbet dokulur yaninda Girar (ayran aşı)ve kozlenmis sebze ile servis edilir...
yorum | | Devamı...

Kilorik - Kürt Mutfağı


 KİLORÎK - SULU KÖFTE

Yapılan İller : Mûş , Çewlik , Bêdlis - Muş , Bingöl , Bitlis

Kilorîk , coğrafyamızın bir çok ilinde yapılan Kürt Mutfağından eşşiz bir lezzetti.Özellikle Mûş genelinde sıklıkla yapılmaktadır.

Ambûrin - Malzemeler

250 gram yagsız çiğ koftelık cekılmıs et
1/2 cay bardagı pirinç
1 tatlı kaşıgı tuz
1 yemek kaşıgı kırmızı pul biber
2 adet domates
1 tatlı kaşıgı domates salçası
1 adet kurusoğan
karabıber
sıvıyağ

Çekirine - Yapılışı

Etimizi bir kaba alıp uzerine havanda dovulmus pirincimizi tuzu ve kırmızı biberi ekleyerek guzelce yoğuruyoruz daha sonra yuvarlak mısket seklınde kofteler yapıp bunları genıs bır tabaga alıyoruz. Tenceremize sıvıyag ekleyerek koftelerı bu yaga atıp 5 dak. çeviriyoruz üzerine yemeklık doğranmıs soganı daha sonrada salçamızı eklyıp 5 dak daha kavuruyoruz. En son olarakta rendelenmıs domateslerımızı ve yeterinec su ıle karabıber ekleyerek yaklasık 20 dak. orta ateste pişirrek
yorum | | Devamı...

Tirşik - Kürt Mutfağı


 TİRŞÎK

Kürtlerin Vazgeçemediği Lezzet Muhteşem 3'lü : Tirşîk + Nanê Tenûrê + Pîvaz

Tirşik , Coğrafyamızın tüm illerinde Kürt Mutfağında yerini almaktadır. Kürtlerin çok sevdiği yemek mutfaklarda sık sık pişmektedir.Coğrafya genelinde bilinen yapımı da pek zor olmayan bir lezzettir.

Tirşîk tarifi

Ambûrîn - Malzemeler

1 kilo patlıcan
İsteğe göre kuşbaşı
İsteğe göre bezelye
Kabak
İsteğe göre taze fasulye
Yarım kilo domates
3-4 sivribiber
soğan, sarmısak, kekik
1 buçuk su bardağı su
İsteğe göre pataates
Genellikle bunun yerine bamya ve taze süs biberi tercihtir.ve bunu ocak veya tüpte pisirilmez .dısarda veya tarla bsında odun.kırş ateşinde daha lezetli olur.?

Çekirine - Yapılışı

Patlıcanları alacalı soyup tuzlu suda 10 dk kadar bekletiyoruz. Önce eti biraz haşlayıp, suyunu çekene kadar kavuruyoruz. Üzerine soğan sarmısak ve biberi atıyoruz,biraZ daha kavuruyoruz. Patlıcanları ekledikten sonra biraz karıştırıp, domatesleri de kabuklarını soyup ekliyoruz. Suyunu ekleyip kısık ateşte 25 dakika kadar pişiriyoruz.
Bu yemeği çiğ olarak güvece koyup zeytinyağlı olarak da hazırlayabilir(miş)iz.
yorum | | Devamı...

Diyarbakır Burma Kadayıfı - Kürt Mutfağı



 DİYARBEKİR 'İN MEŞHUR FISTIKLI BURMA KADAYIFI

Kadayıfın burulmuşu, içine fıstık konulmuşu, üstüne şerbet dökülmüşü. Diyarbekirden Türkiyeye Kürt Mutfağı Lezzeti ...

Tavsiye Mekan
Sıtkı Usta, hayatınızda yiyebileceğiniz en güzel cevizli burma kadayıfı Diyarbakir da yapan kadayıf ustasıdır.Ufak bir dükkani vardır ve başkada şube açmayı düşünmüyormuş.

Ambûrîn - Malzemeler

750 gram burma tel kadayif
Bir buçuk su bardagi dövülmüs antepfistigi
7 çorba kasigi tereyagi
Serbeti için:
2 su bardagi su
Üç buçuk su bardagi tozseker
Yarim limonun suyu
Süslemek için:
Antepfistigi

Çekirine - Yapılışı

Kadayifin bir kismini ayirip, uzunlamasina yayin. Kadayifin tam ortasina yeterli miktarda antepfistigi koyun. Kadayifin bir kenarini antepfistiginin üzerine kapatip, rulo seklinde sarin. Ruloyu gül böregi gibi kivirarak, yuvarlak sekle getirin. Kalan kadafi da ayni sekilde hazirlayin. Kadayiflari birbirine iyice yaklastirarak tepsiye dizin. Tereyagini iyice kizdirip, kadayifin üzerine gezdirin. Önceden isitilmis 180 derece firinda alti kizarana dek pisirin. Serbeti hazirlamak için su ve tozsekeri kaynatin. Ocaktan alip, limon suyunu ilave edin. Ilinmaya birakin. Kadayiflari ters çevirip, diger yüzlerini de 5 dakika kizartin. Firindan alip, 5 dakika dinlendirin. Üzerine ilik serbeti gezdirin. Antepfistigi ile süsleyip, servis yapin.
yorum | | Devamı...

Meftüne - Kürt Mutfağı



 MEFTÛNE

Yöresi : Amed - Diyarbakır

Geleneksel bir Kürt yemeği olarak tanımlanabilir. Özellikle Amed ve Girê Sor(Siverek)'te fazlasıyla yapılmaktadır .

Et veya patlıcanı ayrı ayrı sevenler bu yemekte buluşuyor . Sumak suyu sayesinde birleşik yeni bir lezzet ortaya çıkıyor .

Tavsiye Mekan
Diyarbakır'da Gazi Köşkü'nde bu yemeği yemek için gitmeden 24 saat öncesinde siparişi verilmesi gerekiyormuş.Gidip de yiyememek hayalkırıklığına düşmemek için ön hazırlığı iyi yapmak gerekiyor.


Ambûrîn - Malzemeler

• 1 kg koyun kuşbaşı
• 1.5 kg patlıcan
• 1 kg domates
• 2 çorba kaşığı sumak
• 1 su bardağı su
• Tuz, pul biber
• Bir kaşık margarin

Çekirine - Yapılışı

Et yıkayıp tuzla ovarak tencerenin tabanına yayın. 2 çorba kaşığı sumağı 1 su bardağı suyla karıştırıp 15 dakika bekletin. İnce bir tülbentten geçirerek süzün. Patlıcanların kabuklarını alacalı soyun. Boyuna dörde bölüp küçük küçük doğrayın. Tuzlu suda bekletip süzün. Domateslerin kabuklarını soyup küp şeklinde doğrayın.

Hazırladığınız sebzeleri tenceredeki etin üzerine yerleştirin. Sumak suyunu ilave edip tuz ve pulbiber serpin. Orta ateşte etler yumuşayıncaya kadar kapağı kapalı olarak pişirin. Son bir dakikasinda dövülmüş sarmısağı ilave edip kaynamaya bırakın.Yemeği sıcak olarak servis yapın
yorum | | Devamı...

Abdigor Köftesi - Kürt Mutfağı



 ABDİGOR KÖFTESİ

Yöresi : Agirî - Ağrı

Ağrı Doğubeyazıt'a gelipte bu lezzeti tatmadan dönenler bin pişman oluyor.Yörenin en lezzetli yemeğidir.
En önemli özellği servis olarak 1 adet yapılmasıdır tek şekilde büyükçe bir top halinde servis verilen köfte oldukça doyurucu ve lezzetlidir .

Ambûrîn - Malzemeler

Kemiksiz kuzu, oğlak veya dana eti
Soğan
Haşlanmış pirinç
Baharat

Çekirine - Yapılışı

Taze et dövülerek hamur haline getirilir, baharat ve haşlanmış pirinçle yoğrulur köfte yapılır. İnce doğranmış soğanlar suda tuzla birlikte kaynatılır, kaynayan suya köfteler atılır. Piştikten sonra bir saat kadar dinlendirilen; köfteler; pilav üzerine konularak servis yapılır.
yorum | | Devamı...

Kırçikli Kalem Dolması - Kürt Mutfağı




 KIRÇİKLİ KELEM DOLMASI

Yöresi : Mûş - Muş

Muş ve çevresinde sıklıkla yapılan Kırçikli Kelem Dolması , yağlı et bir miktar bulgurla karıştırılarak iyice yoğrulur. Suda haşlanmış lahana yapraklan ufak parçalara ayrıldıktan sonra etleri içine küçük küçük doldurulur. Sıkılarak tencereye doldurulur. Her sırada bir daha önce hazırlanan domates, biber, soğan, maydanoz gibi sebzeler de küçük küçük doğranarak sıraların araşma doldurulur. Tencere dolunca su-haşlanır. Sahanlara doldurularak üzerine yağ serpilir.
yorum | | Devamı...

Kaburga Dolması - Kürt Mutfağı



KABURGA DOLMASI

Yöresi : Amed - Diyarbakır

Diyarbekir'in yöresel bir yemeği. Büyük bir tepsi ile ortaya servis yapılır. iyi pişmiş löpür löpür kuzu kaburga eti ve derinin içine doldurulmuş özel hazırlanmış, baharatlı pilavdan oluşmaktadır. tepsinin boş kalan yerleri de pilavla doldurulmuştur. sofraya gayet şekilli gelen yemek, garson tarafından 5 dakikada didik didik edilir, kemikleriayıklanır. diyarbakır'da iki kişilik porsiyonu 10 milyon idi ancak bu miktar 3 kişiyi de doyurabilir.Afiyetle Yenir .

Ayrıca Mardin usülü Kaburga Dolmasıda vardır .

Mardine yolu düşenlerin mutlaka Cerciş Murat Konağı 'nı ziyaret edip burada yapılan bu muhteşem kaburga dolmasını yemesini tavsiye edilir,gerek içine konulan baharatlar gerekse iç pilavdaki bademin lezzeti eşşizdir.


Ambûrîn - Malzemeler

Kuzu kaburgası 3 kg. Kuşbaşı Yarım kg.
Tuz Pirinç Yarım kg.
Soyulmuş badem 1 çay bardağı Sıvı yağ 1 çay bardağı
Salça 1 tatlı kaşığı Yenibahar
Karabiber

Çekirine - Yapılışı

Kuşbaşı kuzu etini yıkadıktan sonra ateşe koyun. Yağda kendi suyunu çekene kadar kavurun. Kaynatıp kabuklarını çıkardığınız bademleri, kuşbaşı etin içine atarak birlikte pişirin. Pişen kuşbaşı kuzu etini ve bademleri tencereden bir kevgirle bir tabağa çıkartın. Tencerede kalan yağın içinde iyice yıkayıp süzdüğünüz pirinçleri 1-2 dakika kavurun ve 2 su bardağı su ilave ederek pirinçler diriliğini kaybetmeyecek şekilde pişirin. Pişen pilavın içine önceden hazırladığınız kuşbaşı kuzu etini, bademleri, yenibaharı, karabiberi koyup karıştırın. İç pilav pişerken, bir yandan kaburganın üst kısmında bulunan eti kemiklerden ayırın. 3 tarafı yorgan iğnesi ve ipiyle dikin.Kaburga etinin açık kalan kısmından iç pilavı doldurun ve dikin. Her tarafına domates salçası sürüp, geniş bir tencerede iki tarafını kızartın. İki tarafı da kızardıktan sonra üstünü örtecek şekilde sıcak su ve bir tatlı kaşığı salça ve tuz koyun. Bir buçuk saat kısık ateşte pişirin.
yorum | | Devamı...

Kutilik - İçli Köfte Kürt Mutfağı



KUTİLK , KİTEL  İçli Köfte

Yöresi : Sêrt / Siirt

İçli köfte birçok yöremizde yapılmaktadır fakat her yörede kendine has bir usülde yapılmaktadır. Siirt usülü Kutilk

Mezopotomyamızın Güzel Şehri Sêrt(Siirt)'in yöresel bir yemeği olan Kitel eşsiz bir lezzete sahiptir.Yapımı iyi bir ustalık gerektirir.

Ambûrin - Malzemeler

Soğan
Yağlı Kıyma
Maydanoz
Baharat
İnce Bulgur
Pirinç (Tercihe göre)
Margarin


Çekirine - Yapılışı

Öncelikle ince bulgur, tuzlu suyla ıslatılır. Arzu edilirse suya reyhan
eklenerek farklı bir damak tadı sağlanabilir. Islatılan bulgur dinlenmeye
alınarak Kitel’in iç harcının hazırlanmasına geçilir.

Soğanlar öncelikle ince ince doğrandıktan sonra suyu kuruyana kadar ateşte
kurutulur. Suyu kuruyan soğanların üzerine kıyma eklenir. Kıyma, suyu kuruyan
soğanla birlikte az (9-10 dk.) kavrulduktan sonra margarin eklenir. Margarinle
birlikte 10 dk. Kadar daha ateşte kavrulur. Margarinle birlikte iyicene kıvamına
gelen soğan ve kıymanın üzerine maydanozlar eklenir ve ateşten alınarak
soğutulmaya bırakılır. Ayrıca cok az miktarda pirinç pişirilip, soğumaya
bırakılan kıyma harcına eklenir. (Pirinç eklenmeden sade kıymalı da
yapılabilmektedir.)

Kıymamız soğutulmaya alındığında, suda dinlenmeye aldığımız bulgurumuzu
yoğurmaya başlarız. Yoğurma işlemi çiğ köftenin yoğrulması gibi yoğrulur.
Yoğrulan bulgur hamur halinde kıvamına geldiğinde ceviz büyüklüğünde yumaklar
yapılarak dizilir. Dizilen yumaklar avuç ayasıyla (avuç içi) açılarak yassı hale
getirilir. Soğuyan kıymadan bir miktar alınarak yassı hale getirilen hamurun
içerisine bırakılır. Hamurun ağzı kapatıldıktan sonra yine avuç içerisinde kitel
şekline getirilerek tepsilere dizilir.

Pişirilmesi

Tencerede su kaynatılır. Suyun içerisine bir miktar tuz ve sumak suyu eklenir.
Kaynayan suyun içerisine pişmemiş kiteller dikkatlice atılır. Dikkatlice
atılmaması halinde hamur olan kiteller suyun içerisinde dağılır. Ara ara
kitelleri parçalamayacak şekilde yavaşçana karıştırılır. Kiteller su yüzüne
çıkınca tencereden alınıp tepsiye dizilirler. Kitelimiz servise hazırdır.
yorum | | Devamı...

Kürt Tiyatrosu Sahipsiz ve Salonsuz

Unknown 24 Temmuz 2013 Çarşamba 15:56

24 Temmuz 2013 Çarşamba


Tiyatro sanatçısı Aydın Orak Kürt tiyatrosunun geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, sorunların giderilmesi için “Kürtçe Tiyatro Konferansı” çağrısı yaptı.

Orak, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a da, “Şimdiye kadar Kürtçe tiyatro yapan grupların hepsini bir toplantıda buluşturmak en doğrusu. Kürtçe tiyatro için açılım çerçevesinde bir paket hazırlanmalı. Ayrıca İstanbul, Ankara ve İzmir gibi yerlerde Kürt tiyatrosuna salonlar tahsis edilmeli” dedi.

Teatra Avesta’nın kurucusu Aydın Orak, Kürt tiyatrosunun gelişimi, sorunları ve yapılması gerekenleri AKnews’e anlattı…

Teatra Avesta’nın kuruluş aşamasını, sürecini anlatır mısınız?

2003’te bir iki arkadaş oturduk, böyle bir oluşuma gittik. Kürt tiyatrosu geleneğinden geldiğimiz için Kürtçe oyunlar yapmamız gerektiğini düşündük. Kendimizi tiyatroda ifade edebileceğimiz bir oluşuma gitmek istedik. İsmini de Teatra Avesta koyduk. Repertuarını da kendimizin oluşturacağı ve kendi tiyatrosal dilimizi geliştirebileceğimiz bir tiyatroyu kurduk.

Yer ve ekonomik anlamda sıkıntı yaşıyor musunuz?

Türkiye tiyatrosunda olduğu gibi Kürt tiyatrosunda da ekonomik sorunlar yaşanıyor. Onların nedenini de ben seyirci ile rahat buluşamamaya bağlıyorum. Çünkü tiyatro biraz pahalı bir organizasyondur. Tek kişilik bir oyun olsa bile arkanda bir ekiple gelmen lazım. Bilet satılması gerekiyor, salon kiralanması gerekiyor. her şeyden önce organizasyon problemi var.

Şu an prova yaptığınız bir salonunuz var mı?

Maalesef yok.

Çalışmalarınızı nasıl yürütüyorsunuz?

Çeşitli yerlerde provalar alıyoruz. Örneğin İstanbul’da Ayışığı Sanat Merkezi, Yeşilev gibi yerlerde provalar alıyoruz. Oyunun çıkış aşamasında prova alıyoruz. Ondan sonra oyunu sahnelemek için çeşitli salonlara başvuruyoruz. Bölge salonlarına, İstanbul, İzmir, Ankara’daki salonlara başvuruyoruz. Sabit bir mekânımız yok. Tüm imkânsızlıklara rağmen Kürt tiyatrosunu var etmeye çalışıyoruz.

Oyunlarınızı sergileyememenizin nedeni sadece organizasyon mu? Örneğin gittiğiniz her yerde salon bulabiliyor musunuz?

Organizasyon birinci problemimiz. Şayet Diyarbakır gibi bir yerde organizasyon şirketi ya da kurum o oyunun oynanması gerektiğini düşünürse ve oyunun organizasyonunu ben yapacağım derse, o kurum ne yapar eder bir salon bulur. A salon vermez, B vermez ama C’de bir salon bulur. Belki daha kötü bir salon bulunur ama nihayetinde o salon bulunur ve oyun sahnelenir. Bir organizasyon şirketimiz olmadığı için İstanbul’dan burayı arıyoruz. İletişimsizlikten dolayı başka bir yeri arayamıyoruz. Eğer organizasyon olsaydı, oyunu sokakta bile oynayabilirdik.

Kürt tiyatrosunun geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz? Hak ettiği yerde mi?

Kürt tiyatrosu bence hak ettiği yerde değil. Bunu da Kürtlerin ilgisizliklerine değil, Kürt yöneticilerinin ilgisizliğine bağlıyorum. Kürt sanatını yönettiğini düşünen, Kürt sanatını halka ulaştırdığını düşünen organizasyonlara bağlıyorum. Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama biraz Kürt siyasetçilerine de bağlıyorum. Bu işler yasakken  -Halen de fiili yasaklar var- devletin birebir yasakladığı ve hiçbir şekilde salonunu vermediği bir süreçte biz oyunlarımızı daha rahat sahneleyebiliyorduk. En azından devletle kavga ediyorduk, emniyetle kavga ediyorduk, bu kavgalar sonucu ya oyunlarımızı sahneleyebiliyorduk ya da sahneleyemiyorduk. Ama şuan geldiğimiz noktada Kürtlerin yüze yakın yerel yönetimi var. Ama salon bulmakta zorlanıyoruz, hatta çoğu kez bulamıyoruz.

Kürt kuruluşları sizin önünüzde engel mi?

Biz Kürtlerde bir şey vardır; yasakken daha tatlıdır, daha çok mücadelesi verilir. Bir dönem şunu bile düşündüm; artık Kürtçe kanal açıldı, Kürtçe’nin önü açıldı, artık Kürtçe tiyatro yapmayayım. Tamamen yasaklara karşı bir tiyatro yapıyormuşuz gibi. Geldiğimiz aşamaya baktığımızda imkânlar biraz daha çoğaldı. Artık devlet tiyatrolarında bile Kürtçe oyunlar sahnelenebiliyorken, bunun geriye doğru gidiyor olması bence bu saatten sonra gerçek aktörleri ortaya çıkaracak. Şimdiye kadar iman gücüyle, kavgayla oluyordu, bugünden sonra  daha farklı olacak.

Şu ana kadar Teatra Avesta olarak kaç oyun sergilediniz?

“Bir Deli’nin Güncesi”, “Sen Gara Değilsin”, “Araf” ve “Mirina Zimanekî” oyunlarını sergiledik.

Bir ara devlet tiyatrosunda sahnelediniz oyununuzu…

Ankara Uluslararası Festival’de Araf oyunumuzu sahneledik. Hiçbir sorun yaşamadık. Biz bölgeye gelirken, istenen sabıka kaydı türü evrak da istenmedi. Oyun Musa Anter’in hayatını anlatmasına ve politik olmasına rağmen Devlet Tiyatrosu sahnesinde hiçbir sorun yaşamadık, ama organizasyon ve çeşitli salon sorunlarından dolayı Diyarbakır’da oyunlarımızı sahneleyemiyoruz.

Kürt tiyatrosunun yaşadığı bu sıkıntıları anlatmak için Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ile hiç görüşme talebinde bulundunuz mu?

Hiçbir görüşmede bulunmadık ama görüşmek istesek de görüşemeyeceğimizi biliyoruz. Çünkü bir Devlet Bakanı’na ulaşmak biraz zor. Bence Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın bu konuyu programına alması gerekiyor. Kendileri bunu düşünmeli. Türkiye’de kendilerinin de isim taktığı bir “demokratik açılım”dan söz ediliyor. Bu açılımın Kürt tiyatro ayağı bence şu olmalıydı; şimdiye kadar Kürtçe tiyatro yapan grupların hepsini bir toplantıda buluşturmaları gerekiyordu. Onların isteklerini ya da sorunlarını bu toplantıda öğrenirsiniz ve ona bir paket hazırlarsınız. Daha sonra bu paketi hayata geçirirsiniz. Birinci adım oradan olması gerekiyor diye düşünüyorum. Yıllardır Kürt tiyatrosu kaynak için başvuruyor. Hiçbir şekilde destek sunulmadı. Bu yıl bir destek sunuldu. Sunulan destek de diyalogsuz bir oyunaydı, dilin olmadığı bir oyunaydı. O da Kürtçe tiyatroya ödenek ayrıldı diye lanse edildi. Kültür Bakanlığı özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi yerlerde Kürt tiyatrosuna salonlar tahsis etmeli bence. İstanbul gibi 2 bin tiyatro grubunun olduğu bir yerde bir tane Kürtçe tiyatro yapacak bir salonunun olmaması büyük bir sorun.

Kürtçe tiyatro salonu Kültür Bakanlığı bünyesinde mi olmalı?

Kültür Bakanlığı’na bağlı bir çok tiyatro salonu var. Belki bunlardan bir tanesini tahsis eder ve bütün Kürt tiyatroları orada sahne alır, provalarını alır. Açılım için bunu bir öneri olarak söylüyorum, umarım sesimizi duyarlar.

Kürt kuruluşlarına da buna benzer bir öneriniz var mı?

Kürt müziği, sineması, konferans yapacak bir düzeye geldi. Kürt tiyatrosu da yapabilir mi çok emin değilim. Kürt tiyatro konferansı yapılmalı ama onun öncesinden Kürtçe oyunlar çıkmalı. Yılda üç beş Kürtçe oyun çıkıyorsa, bunun konferansını yapmanın bir anlamı yok bence.

Oyunların niye çıkmadığı da bir sorun. Bütün bu sorunların tespiti için konferans şart değil mi?

Aslında dediğiniz daha mantıklı. Kürt tiyatrosu konferansı olursa daha etkili olabilir. Ama dar çerçevede olmamalı. Gerek Avrupa’dan, gerek Türkiye’nin Batı illerinden, gerek Kürdistan’ın diğer parçalarından tiyatro gruplarının çağrılıp, o konferansta sorunlarını dillendirmesi bence olumlu. Bir duyum aldım ama ne kadar doğru bilmiyorum.

Önümüzdeki süreçte Kürt Tiyatro Konferansı’nın Diyarbakır’da yapılacağına dair söylentiler var. Böyle bir şey olursa, mutlaka ileriye dönük daha etkili adımlar atılabilir.

Başka ulusların tiyatro kültürüne baktığımızda, köklü bir geçmişinin olduğunu görüyoruz. Kürt tiyatro tarihi nerede başlıyor? Geçmişte Kürtler tiyatroyla ilgilenmiş mi?

Bunun araştırmasını ben kendimce yaptım. Geleneksel Kürt tiyatro oyunlarını, halk arasında yapılan kısa oyunları, yılbaşlarında ve Newroz’larda oynanan oyunları bir kenara bırakırsak, günümüz dramatik modern tiyatronun nereden başladığını da biraz araştırdık. Aslında tüm kapılar 1918’de Abdurrahim Zapsu’nun “Memê Alan” adlı kısa oyununa açılıyor, Kürt tiyatrosu ona dayandırılıyor. O dönem bu oyun Jîn dergisinde yayınlanmış.

1920’lerde Hewlêr’de Kürtçe tiyatronun yapıldığını, 1946’da Mehabad Kürt Cumhuriyeti’nde “Dayika Niştiman” oyununun oynandığını biliyoruz. Bunların hepsi rivayetler ve elimizde kaynağı olmayan, ancak duyduğumuz şeyler. Bir tek “Memê Alan” eseri günümüzde var.

1930’larda Rusya’da Kürtçe oyunların oynandığı, Erebê Şemo’nun Kürtçe oyunlar yazdığını ve çeşitli yerlerde sahnelendiğini duyduk. 1959’da Apê Musa’nın (Musa Anter) yazdığı “Birîna Reş” adlı piyesi bulunuyor. Bu piyes Türkiye’de Kürtçe yazılı metin olması yanı sıra ilk Kürtçe basılan kitap olma değerini de taşıyor. 1988’lerde cezaevlerinde Kürtçe tiyatroların yapıldığını biliyoruz.

En son 1990’larda Mezopotamya Kültür Merkezi’nin açılmasıyla bu gelenek devam etti ve bu günlere kadar geldi. MKM’nin açılmasıyla biraz daha düzeyli, daha kurumsal oyunlar yapılmaya başlandı. 2000 yılına kadar Kürt tiyatrosunun çıtası yükseliyor ama 2000 yılından sonra Kürt tiyatrosunda bir tıkanma yaşanıyor. Ve bu yükselen çıta şu an iniş aşamasında. Çünkü Avrupa’da da Kürtçe oyunlar neredeyse hiç yapılmıyor. Türkiye’de Kürtçe tiyatroları toplasak on taneyi geçmez.

Bahsettiğiniz “Memê Alan” piyesinin “Memê Alan Destanı”yla ilgisi var mı?

O destanla ilgili değil. Sadece ismi aynı.

Bu piyes 1918’lerde oyun olarak sahneleniyor mu?

Bildiğim kadarıyla oyun olarak sahnelenmedi. Piyes olarak Jîn dergisinde yayınlandı. Oynanmadığını biliyorum ama yanılıyor da olabilirim. 1996’da MKM’nin Teatra Jiyana Nû, bu oyunu sahneledi.

AYDIN ORAK / PORTRE

Aydın Orak 1982’de Nusaybin’de dünyaya geldi. Teatra Jiyana Nû grubun ve kendisinin ilk tragedya oyunu olan Prometheusê Zincîrkirî (Zincira Vurulmuş Prometheus) oyununda Hermes ve Kratos karakterlerini oynadı. Bu oyunla Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali, Diyarbakır Kültür Sanat Festivali, Doğu Beyazıt Kültür ve Turizm Festivali’ne katıldı. 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Türkiye’ye gelen dünyanın efsanevi tiyatro adamı Peter Brook’un atölyesine katıldı. Aydın Orak, 2003’te birkaç arkadaşıyla Tiyatro Avesta’yı kurdu. 2005’te Saklı Duygular adlı ilk Kürtçe şiir kitabını Berçem Yayınları’ndan yayınladı. Özgür Gündem, Radikal, Azadiya Welat gibi gazetelerde, tiyatroyla ilgili yazıları yayınlandı.
yorum | | Devamı...

Klasik Kürt Edebiyatı

Unknown 23 Temmuz 2013 Salı 04:33

23 Temmuz 2013 Salı



Klasik Kürt Edebiyatı
Fehim Işık
Hala bile Kürtlerin varlığı ya da Kürt dili üzerine konuşulduğunda, birileri kalkıp “Hani Kürtlerin dili? Hani edebiyatları, tarihleri?” diyebiliyor. Kuşkusuz bu yazının amacı, Kürtlerin varlığını, dilini ve edebiyatını birilerine ispat etmek değil. Üstelik bu gerekli de değil. Zaten bunların neredeyse tümü akademik bir bakış açısına da sahip değiller. Konuyu araştırmadan, tamamen siyasal bir gözle değerlendiriyorlar. Eğer tarihin yorumlanmasında, edebiyat araştırmalarında, dilbiliminde bilimsel kıstaslar esas alınırsa görülür ki Kürtlerin de en az diğer halklar kadar köklü bir edebiyat geçmişi ve bir o kadar da edebi eserleri, klasik yazarları vardır.
Bir diğer belirtilmesi gereken konu da şu. Her ne kadar Kürt olmayan birilerinin bilim dışı bakış açılarını eleştiriyorsak bile şunu da reddetmiyoruz. Evet, ağırlıkla son yüzyılda olmak üzere Kürtler üzerine yapılan araştırmaların neredeyse tümünün öncüsü, yürütücüsü yabancılar. Kürt dilini ilk araştıran, elyazmalarını bulan, tarihsel ve edebi belgeleri ilk yayımlayan Alexander Jaba, Albert Socin, Bazil Nikitin, M. B. Rudenko ve Minorski gibi bilim adamları, akademisyenler, araştırmacılar... Elbet unutmamak gerekir ki son yüzyılın dünyadaki en mağdur halkı da Kürtler. Bu nedenledir ki Kürtleri bizzat kendileri değil, daha çok başkaları araştırmış. Bu, Kürt araştırmacı ve akademisyenlerin olmadığı, hiçbir şey yapmadıkları anlamına gelmiyor. Kürtler arasında da birçok değerli çalışmaya imza atmış Mehmet Emin Bozarslan, Ekrem Mayî, Malmisanij, Mehmet Bayrak gibi değerli araştırmacılar var.
Dilin klasik edebiyat üzerindeki etkileri
Bilindiği gibi klasik edebiyat, edebiyatın üreticisi halkın konuştuğu dil ile yakından ilintilidir. Edebiyat, dil ile korunur, gelişir. Kürt edebiyatı da bu bakış açısından farklı değerlendirilemez.
Bugün daha net biliyoruz ki klasik Kürt edebiyatının kökeni günümüzden en az bin yıl öncesine uzanıyor. Konuyla ilgili farklı değerlendirmeler olsa bile, klasik Kürt eserlerinin dili bugün bile büyük çoğunlukla anlaşılır durumda.
Klasik edebiyat eserlerindeki dilin anlaşılır olmasını bazı araştırmacılar dilin durağanlığına ve bu nedenle gelişim periyodunun giderek gerilemesine bağlıyor. Kanımca bu tek başına açıklayıcı değil. Kürtler bugün bile klasik eserlerinin önemli çoğunluğunu anlayabiliyorlar ise bu daha çok onların binlerce yıldır aynı topraklar üzerinde yerleşik olmalarından kaynaklanıyor. Şurası da bir gerçek ki nedeni ne olursa olsun bugün bile klasik Kürt dilinin anlaşılır olması ve giderek modern Kürt yazarlarının klasik eserlerin dilini kendi ürünlerine taşıması, Kürtlere dil ve edebiyat alanında ciddi olanaklar yaratmıştır.
Klasik edebiyatın kökeni
Kürt klasik edebiyatının kökeni, Kürtçe yazılı ilk eser üzerine araştırmacılar arasında farklı bakış açıları var. Bölgede çalışmalar yapan Erzurum Konsolosu Alexander Jaba’ya göre klasik Kürt edebiyatının ilk yazarı şair Elî Herîrî’dir. Jaba’nın dediklerinden farklı olarak Baba Tahîrê Hemedanî’yi ilk klasik yazar olarak kabul edenler var. Kürt araştırmacı Enver Mayî ise Îbn Xelîkan’ın ilk klasik Kürt yazarı olduğunu yazar.
Günümüzde araştırmacıların elinde Îbn Xelîkan’a ait yazılı bir Kürtçe eser yok. Öte yandan Îbn Xelîkan ile Baba Tahîrê Hemedanî, aynı dönemde yaşamış Kürtler. Minorski’nin ebced hesabına göre Baba Tahîr 938 ile 1010 yılları arasında, Îbn Xelîkan ise doğum tarihi bilinmemekle birlikte 1020 yılına kadar yaşamış. Elî Herîrî, her iki Kürt klasik yazarından daha sonraki yıllarda, 1010 ile 1078 yılları arasında yaşayan ve eserlerinin bir kısmı günümüze kadar ulaşmış bir Kürt şairi. Baba Tahîr’in de Hz. Muhammed’i metheden Gorî lehçesi ile yazılmış şiirlerinden bir kısmı günümüze kadar ulaşmayı başarabilmiş.
Baba Tahîrê Uryan olarak da bilinen Baba Tahirê Hemedanî, adından da anlaşıldığı gibi İran Kürdistanı bölgesinin Hemedan kentinden. İslam Ansiklopedisinde yer alan anlatıma göre Baba Tahîr, “uryan” lakabını bu kentteki Hemedan medresesinde alıyor. “Veli” mertebesine ulaşmak için soğuk bir günün gecesinde çıplak olarak suya giren Baba Tahîr, sabah kalktığında “akşam yatarken yarım Kürt’tüm. / Sabah uyandım Arap’ım.” anlamına gelen dizeleri ile ancak dönemin egemen dili ile “veli” olunabileceğini de anlatıyor. Bilindiği gibi “uryan” Arapça bir sözcük olup “çıplak” anlamında kullanılıyor. Öte yandan gırtlak ağırlıklı konuşan halkların böğürürken”, “ure ur” biçiminde sesler çıkardığını ve Baba Tahîr’in sürekli Allah’a yakardığı, yakarışlarını “böğürerek” yaptığı için de “uryan” lakabını aldığını belirten araştırmacılar var. Hangisi olursa olsun, kesin olan şu: Baba Tahîr şiirinde ifade ettiği gibi Kürt ve bir kısım eserini, özellikle de Peygamber’e methiyelerini, Prokürtçe denilen Gorî lehçesi ile kaleme almış.
Elî Herîri, Şemdinli ilçesine bağlı Herîr köyünde dünyaya gelmiş. Kürtçe kaleme alınan bir divanının olduğu biliniyor. Ancak bu divanın tümü araştırmacıların elinde mevcut değil. İlk kez  1887 yılında Albert Socin, Herîrî’nin bir şiirine eserinde yer vermiş. Sadiq Bahadîn ise 1980 yılında yayınladığı “Hozanêt Kurd / Kürt Şairleri” adlı eserinde Herîrî’ye ait bir divandan söz ederek bu divandaki birkaç şiire kitabında yer vermiş. Ayrıca M. B. Rudenko’dan da biliyoruz ki Elî Herîrî’nin el yazmalarından bir kısmı Şaltikov-Şedrin’de Lenîngrad Kütüphanesindedir.
Kürt klasik yazarları
Alexander Jaba kitabında 8 Kürt şairinden söz ediyor. Jaba’nın sözünü ettiği şairler şunlar: Elî Herîrî (1010-1078), Melayê Cizîrî (12. veya 15-16. yüzyıl), Feqiyê Teyran (1307-1375 ya da 1590-1660), Melayê Batê (1417-1491), Ehmedê Xanî (1650-1706), Îsmaîlê Bazîdî (1654-1709), Şeref Xanê Hekarî (1682-1748), Murad Xanê Bazîdî (1736-1778).
Jaba’nın yanı sıra Kürt dilinin miri Celadet Bedirxan da, 1930’lı yıllarda Latin alfabesi ile yayınlanan ilk Kürt dergisi Hawar’ın 33. sayısında, Herekol Azîzan mahlası ile kaleme aldığı yazısında Soranca ve Kurmanca yazan Kürt klasik yazarlarından söz ediyor. Celadet Bedirxan, bu yazarların yaşam öykülerine ve eserlerine de bu yazısında kısaca yer veriyor. Celadet Bedirxan’ın makalesinde adları verilen Kürt klasik yazarları arasında eserlerini Soranca lehçesinde kaleme alan Nalî, Hecî Qadirê Koyî, Şêx Riza Telebanî ile eserlerini Kürtçe’nin Kurmanci lehçesinde kaleme alan Axayê Bidarî, Siyahpûş, Axayok, Mewlana Xalid, Mele Yehyayê Mizûrî, Mele Xelîlê Sêrtî, Şêx Ebdilqadirê Geylanî, Hecî Fetahê Hezroyî, Şêx Mihemedê Hedî, Şêx Evdirehmanê Taxê, Şêx Nureddînê Birîfkî, Şêx Evdirehmanê Axtepî, Mela Unisê Erqetînî ve Melayê Erwasê var.
Mele Xelîlê Sêrtî Nehcel Enam adlı eserin yazarıdır. Şêx Evdirehmanê Axtepî’nin ikisi Kürtçe, ikisi Arapça dört divanı vardır. Şêx Evdirehmanê Axtepî Dîwana Rûhî ve Rewdneîm adlı Kürtçe eserlerin yanı sıra “Kîtabû Keşfîz’zelam” ve “Kîtab-ûl Ebrîz” adlı kitapları kaleme alırken, Celadet Bedirxan’ın belirttiğine göre Mele Unisê Erqetinî Kürtçe gramer kitabı, Melayê Erwasê ise bir Kürtçe tıp kitabı yazmış.
Klasik Kürt yazarları arasında Goranice eserler yazanlar da var. Ehmedê Textî, Şêx Mistefayê Beseranî (1641-1702), Xanay Qubadî (1700-1759), Feqî Qadirî Hemewend, Mewlana Xalid (1777-1826) ile Mahzûnî Kürtçe’nin Goranî lehçesinde kitap yazan klasik edebiyatçılar...  Xanay Qubadî’nin Şîrîn û Xusrew kitabı ile Mewlana Xalid’in Kürtçe divanı, 20. yüzyılın başlarında, İstanbul’da da dönemin aydın ve yazarları tarafından basılmış
Selîm Silêman (16-17. Yüzyıl), Leyl û Mecnûn adlı manzum eseri kaleme alan klasik Kürt edebiyatçısıdır. Xaris Bêdlîsî (1758), Pertew Begê Hekari ve Alî Teremoxî de Kürtçe kaleme aldıkları eserlerle Kürt kütüphanesini zenginleştiren klasik yazarlar arasında saygın yerlerini almışlar.
Elbet klasik Kürt yazarları arasında sadece erkekler yer almıyor. Daha 47 yaşında iken yaşamını yitiren ve Mestûre Xanim adı ile bilinen Mah Şeref Erdelanî (1800-1847) ile Sirre Xanima Amedî (1814-1865) ve Mîhrîbana Berwarî (1814-1865) de Kürtçe eserleri günümüze ulaşan ilk Kürt kadın yazarlarıdır.
Kaynakça
1. Antolojiya Helbestvanên Kurd, Derleyen A. Bali, Pelê Sor Yayınları, İstanbul, 1992.
2. Geçmişten Bugüne Kürtler ve Kürdistan, Kemal Burkay, Deng Yayınları, İstanbul, 1992.
3. Hayat Hikayem, Cegerxwîn, Evrensel Yayınları, İstanbul, 2003.
4. Mem û Zîn, Ehmedê Xani, çeviren M. Emîn Bozarslan, Deng Yayınları, İstanbul, 1996.
5. Rewdneim, Şêx Evdirehmanê Axtepî, Yayına Hazırlayan: Zeynel Abidîn Zinar, Stockholm, 1991.
6. Tarîxa Edebyata Kurdî, Prof. Qanatê Kurdo, Öz-Ge Yayınları, Ankara, 1992
yorum | | Devamı...

Kürt Edebiyatı Antolojisi - Mehmed Uzun

Unknown 22 Temmuz 2013 Pazartesi 18:59

22 Temmuz 2013 Pazartesi



Bu antolojinin eksikleri kusurları yok mu? Şüphesiz var ve çok… Ancak her yapı temel, duvar ve sütunlardan meydana gelir ve bunlar birbirini tamamlar. Bu gün adım atıldı ve bu eser meydana geldi. Şüphesiz yarın daha büyük, güçlü ve zengin adımlar atılacak. Temennim odur ki bu antoloji büyük bir boşluğu doldurup Kürt Edebiyatının temel taşlarından biri olur.” Mehmed Uzun

Türkçe yayımlanan ilk Kürt edebiyatı antolojisi olma özelliğini taşıyan kitap, Kürt edebiyatının modernleşme ve gelişim sürecini anlatıyor. Mehmed Uzun?un Kürtçe hazırladığı, iki ciltten oluşan antolojide yüzün üzerinde isim var. ”Kürt Edebiyatı Antolojisi”ni incelerken, kaçışı, sefalet içindeki yaşamları, ülkeden ülkeye göç öykülerini okuyacaksınız. Antoloji, ”Klasik Kürt Edebiyatı”, ”Modernleşme Çabalarının Sürdüğü Dönemde Verilen Eserler” ve ”Modern Kürt Edebiyatı?ndan Örnekler” olmak üzere üç bölümden oluşuyor.
‘Kürt Edebiyatı Antolojisi’, Kürt dili ve edebiyatının tarihine, çeşitli dönemlerdeki gelişmesine, farklı edebi akımlarına, ses ve isimlerine ilişkin geniş bilgiler içeriyor. Uzun’un 1980 yılına kadar incelediği Kürt edebiyatı, hemen her türüyle, denemeden öyküye, şiirden piyese antolojide yerini alıyor. “Amaç, okuyucunun bir edebiyat dünyasına girmesine ve farklı edebi metinler okumasına yardımcı olarak bir sorun haline getirilen Kürtler ile edebi ve daha insani bir ilişki kurmasını sağlamaktı” diyen Mehmet Uzun, hazırladığı antolojinin amacını işte böyle özetliyor. Kürt edebiyatıyla tanışmak için iyi bir fırsat olabilir.

Selma Ağabeyoğlu, evrensel.net, 13.12.2003
“Mehmet Uzun?un Kürtçe hazırladığı bu antoloji Metin Aksoy tarafından Türkçe?ye çevrilmiştir. Şiirlerin poetik redaksiyonunu şair Nihat Ateş ve Türkçe/Kürtçe sözlüğü hazırlayan ise Zana Fargînî?dir.
Eser Mehmet Uzun?un birkaç yıllık bir çalışmasının ürünüdür ve değerli Mehmet Uzun?un ifade ettiği şu görüşlerinin sonucudur ?Bir halkın, bir milletin başına gelebilecek en kötü şey felsefi, ilmi ve edebi sessizliktir. Tarih şahittir ki, kitapsız ve kütüphanesiz milletler ve halklar zamanın gerisinde kalıyor. Yavaş yavaş halkların ve kültürlerin içinden silinip gidiyor. Ancak kitap ve kütüphane sahibi olan halklar hem birlikteliklerini korur hem de gelişmelerine öncülük edebilirler. Kürt yazarların durumu nedir? Nerden gelmişler, ne yazıyorlar, ne düşünüyorlar. Karşılaştıkları zorluklar nelerdir? diye kendisine sürekli sorulan bu soruların yanıtsız kalmaması için diyor ve şöyle devam ediyor uzun önsöz bölümünün bir kesitinde. ?Bu antolojinin eksikleri kusurları yok mu? Şüphesiz var ve çok… Ancak her yapı temel, duvar ve sütunlardan meydana gelir ve bunlar birbirini tamamlar. Bu gün adım atıldı ve bu eser meydana geldi. Şüphesiz yarın daha büyük, güçlü ve zengin adımlar atılacak. Temennim odur ki bu antoloji büyük bir boşluğu doldurup Kürt Edebiyatının temel taşlarından biri olur.
Kitapta hangi Kürt edebiyatçıları var. Şöyle bir göz atalım… (Doğum tarihi sıralamasına göre) Celadet Eli Bedirxan, Ciger Xwin, Derweş M. Ferho, Ebdullah Goran, Ebdulrehman Mizûrî, Ereb Şemo, Eskerê Boyîk, Evdila Peşew, E Rahmi Zapsu, Faik Bekes, Ferhad Pirbal, Ferhad Şakılî, Fawaz Husen, Fırat Ceweri, Helim Yûsıv, Hemın, Hesene Mete, Husen Hebeş, İbrahim Ehmed, İhsan Aksoy, Jana Seyda, Dr. Kamûran Eli Bedirxan, Kemal Burkay, Latif Helmet, Mahmut Baksi, Mehmet Uzun, Mueyed Teyib, Musa Anter, Nuredîn Zaza, Osman Sebrî, Qedrican, Refik Sebir, Reşide Kurd, Rojen Barnas, Şahine Bekir Sorekli, Şerko Bêkes, Tosinê Reşid, Xelîl Dihoki…
Kitabı, soluk soluğa okuyorsunuz… Burkuluyorsunuz okudukça, çileli bir halkın, acı dolu yaşamı elbette edebiyatından da söz sahibi. Sanırım kitabı okurken realitenin soğuk yüzü burkuyor en çok içinizi. Ve kitabın çevirmeni değerli Metin Aksoy bunu en iyi şekilde şöyle aktarıyor satırlarında ?Kürt Edebiyatı Anatolojisi?ni incelerken, bütün yazarların politik bir geçmişi olduğunu ve hepsinin hayatlarının bir dönemini cezaevinde geçirdiğini okuyacaksınız. Kaçış, eserlerin yakılmasını, aynı romanı ikinci kez yazma başarısını, sefalet içinde ki yaşamlarını, ülkeden ülkeye göç öykülerini okuyacaksınız. Bu öyküler yazarların kaleme aldığı öyküler değil, yazarların başından geçen hayat hikâyeleridir?
Ve antoloji de yer alan birbirinden değerli isimler arasında, tanıdık bir isim Kemal Burkay diyor ki?
…Orada, kentlerde-kırlarda, ülkede / Aç-işsiz, ilaçsız olsanda yılma / Emekçilerin gücü, devrimin yolu budur: / Birleş yürü, kurtuluş ancak onunla.

Kitabın Künyesi
Kürt Edebiyatı Anatolojisi
Mehmet Uzun,
çeviren: Metin Aksoy,
Gendaş Kültür Yayınları,
344 sayfa.

Mehmed Uzun (1953, Siverek – 11.10.2007, Diyarbakır) Hayatı

Kürtçe’nin bir edebiyat dili olması için yaptığı çalışmalarla tanınan Mehmed Uzun aynı zamanda “modern Kürt romanının” da kurucusu sayılıyor. Mehmed Uzun, 1953 Siverek’te doğdu. 1977 yılından itibaren İsveç’te yaşamaya başlayan, kanser olduğunu öğrendikten sonra burada bir süre tedavi olan Uzun, doktorların umudu kestiği bir dönemde Diyarbakır’a gelerek tedavisini burada sürdürdü. Kürtçe, Türkçe ve İsveççe yazdığı kitapları 20′ye yakın dilde yayınlanan Uzun hakkında Türkiye’de çok sayıda dava açıldı.

Mehmed Uzun, uzun yıllar İsveç Yazarlar Birliği yönetim kurulu üyeliği yaptı. Ayrıca İsveç Pen Klübü ve Uluslararası Pen Klüp’te aktif çalıştı. İsveç ve Dünya Gazeteciler Birliği’nin de üyesi olan Uzun, çok sayıda Kürtçe roman yazdı.

Mehmed Uzun, ‘Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık’ romanı ve ‘Nar Çiçekleri’ adlı deneme kitabı ile ilgili olarak 2001 baharında yargılandı. Aynı yıl Türkiye Yayıncılar Birliği’nin her yıl verdiği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü, roman sanatına katkılarından dolayı Berlin Kürt Enstitüsü’nün Edebiyat Ödülünü, yarattığı edebiyat ve sözün özgürlüğüne ilişkin duruşundan dolayı İskandinavya’nın önemli ödüllerinden Torgny Segerstedt Özgürlük Kalemi Ödülünü ve 2002′de İsveç kültür yaşamına sunduğu katkılarından dolayı İsveç Akademisi’nin Stina-Erik Lundeberg Ödülü’nü aldı.

Uzun süre kanser tedavisi gören Mehmed Uzun tedavi gördüğü Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Reanimasyon Servisi’nde 11 Ekim 2007′de hayata veda etti.

Eserleri
Romanlar:
TU (Sen) 1985, Mirina Kalekî Rind (Yaşlı Bir Rind’in Ölümü) 1987, Siya Evînê (Yitik Bir Aşkın Gölgesinde) 1989, Rojek ji Rojên Evdalê Zeynikê (Evdalê Zeynikê’nin Günlerinden Bir Gün) 1991, Bîra Qederê (Kader Kuyusu) 1995, Ronî Mîna Evînê-Tarî Mîna Mirinê (Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık) 1998, Dicle’nin Sesi I – Hawara Dîcleyê (Dicle’nin Yakarışı) 2002, Diclenin Sesi II – Dicle’nin Sürgünleri, 2003.

Deneme, inceleme ve söyleşiler:
Destpêka Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyatına Giriş) İnceleme-1992, Hêz û Bedewiya Pênûsê (Kalemin Gücü ve Görkemi) Deneme-1993, Mirina Egîdekî (Bir Yiğidin Destanı) Destan/Ağıt-1993, Världen i Sverige (Tüm Dünya İsveç’te) Edebiyat Antolojisi, (M. Grive ile birlikte)-1995, Antolojiya Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyat Antolojisi) 1995, Nar Çiçekleri Deneme-1996; Ziman û Roman (Dil ve Roman) Söyleşiler-1997, Bir Dil Yaratmak -Söyleşiler-1997, Dengbêjlerim -Deneme-1998, Zincirlenmiş Zamanlar Zincirlenmiş Sözcükler -Deneme-2002.
yorum | | Devamı...

Kürt Dili ve Edebiyatı Portresi


 Kürt dili; Hint-Avrupa dil  gurubunun Aryan kolundandır..Her ne kadar Kürtçe İrani diller ailesinin kuzeybatı grubu içinde yer alıyorsa da, o kesin hatları ile,  Farsça’dan tamamen bağımsız bir dildir.
Kürt dili Kürdistan diye adlandırılan ülkenin yaygın ve çoğunluk insanın konuştuğu bir dildir. Bilindiği gibi Kürtler bu gün hala,  Türkiye, İran, Irak, Suriye, Ermenistan devletlerinin “ Misaki Milli “ sınırları arasında yaşamaktadırlar ve bağımsızlıktan yoksundurlar.

Kürtlerin dünyadaki toplam nüfusu 50 milyona yakındır. Güney parçasını saymazsak eğer ( orada federe bir Kürt yönetimi var ve Kürtler kendi kaderlerini tayin etme konusunda diğer parçalara nazaran özgürdürler.) bu büyük nüfusa sahip halkın hala kendi devleti yoktur. Kürtler hala Türkiyenin, İranın ve Süriyenin “ Kürtleri “ diye adlandırılmaktadırlar ve  coğrafyalarında özgür değillerdir.. Bu gün Dünyadaki  52 bağımsız  devletin toplam nufusu, Kürtlerin toplam nüfusundan daha  azdır.

Başka bir deyişle dünyada bu gün bağımsız devlet olarak egemenliğini sürdüren 52 devletin toplam nüfusu, Kürt nüfusundan daha azdır.Buna karşın Kürtlerin bir devleti yoktur.

Kürt dili, dünyanın en eski dillerindendir. Bu gün sadece Irakta resmen tanınmaktadır. Sadece Kürt federe bölgesinde Kürt dili, resmi dil statüsündedir.

Bu bölgede kamusal alanda ve devlet bürokrasisinde egemen olan lehçe ise sorani lehçesidir. Güney ve Doğu parçalarının çoğunluk lehçesi Sorani olsa bile, genel Kürt nüfusu bakımından Kurmanci lehçesi, Kürtlerin yaklaşık % 60 lık bir bölümü tarafından kullanılan en yaygın lehçedir. Kürtçenin sadece Kurmanci lehçesi ile en son hazırlanmış olan sözlük ( sayın İzoli ve sayın Zana Farqininin sözlükleri )  130 binden fazla kelime içermektedir. Kürt dilinin kullanılamamadan ötürü en az bir o kadar da kelime kaybına uğradığı savlanmaktadır. Sorani, Zazaki , Lori, gorani ve Hawraman lehçe ve ağızları da eklendiğinde, bu dilin genel kelime hazinesinin 200 binin üstünde olduğu kabul görmüş bir gerçekliktir.

Bunun dışında ( Irak Hariç ) tarihte hiç bir zaman resmi dil sıfatında eğitimde, siyasette ve kamusal alanda Kürtçe yaygın bir biçimde kulanım şansı bulamamıştır. Buna karşın, onca asimilasyon, özümleme ve yozlaştırma uygulamalarına karşın hala yok olamamıştır. Kürtçe, Zengin bir edebiyat ve kelime hazinesine sahiptir.

Kürt edebiyatı, sözlü  ve yazılı edebiyat olarak kendini göstermektedir. Sözlü edebiyat, Dengbéjlerin çağlardan taşıyarak ( söyleyerek ) getirdiği anlatım edebiyatıdır ve çok eski tarihlere dayanmaktadır. Kürt edebiyatı sözlü geleneğinden beslenerek çağlar boyu bu güne gelebilmiştir.

Yazılı edebiyatın ilk ürünü olarak da, 950 yılı dolaylarında, ünlü Kürt Şair BABA TAHİRÊ ÛRYAN ( 935-1010) tarafından Hamedan kentinde, ( Bazı kaynaklar, şaire Tahir Hemedani de demişlerdir. ) yazılmış olan Rübaileri örnek vermek yeterlidir. Ömer Hayamın rübaileri Baba Tahirden uzun yıllar sonra kaleme alınmıştır. Sözlü Kürt  edebiyatının tarihi binlerce yıl öncesine kadar  uzanır. 

Kürt edebiyatının ve şiirinin en çok yaygınlaştığı lehçesi Soranicedir. Süleymaniye Kentinin alınmasından sonra ,  Kürt edebiyatı, büyük bir ivme kazanmıştır. 200 yıl içinde binlerce edebi eser yazılmış ve yayınlanmıştır.  Bu eserlerin hemen tümü Arami ( Arapça diye ifade edilen ) yazı karekteri ile ( alfabe ile ) yazılmıştır. Saddam Zamanında bile Kürtçe o bölgede yasaklanmamıştır.

Botan beyliği döneminde Kurmanci lehçesinden eserler rastlamaktayız. Daha sonrada Erdelan beyliği döneminde Mah Şeref Xanım ( Mesture Erdelani ) gibi önemli yazarlara rastlanır. Baban emirliği zamanın da ise, Salim, Nali ve Kurdi gibi, Kılasik Kürt edebiyatının en önemli üç şairi ortaya çıkmıştır. Wefai ve Haci Qadiré Koyi de, bu dönemin diğer ünlüleridir. Ama Piremérd, yakınçağ Kürt şiirinin duayenlerindendir.

Erdelan ve Baban beyliği döneminin edebiyat lehçesi soranicedir ve eserler bu gün Arap alfabesi olarak bilinen Aramice aifabe ile yazılmıştır.İran parçasının en ünlü şairleri Hémin, Kane Muzher ve Hejardır.

Türkiyede ise,Cigerxwin ve Osman Sabri en başta gelenlerdir.

Modern Kürt edebiyatının en önde gelen şairi Abdullah Gorandır. Kürt dilinin Soranice lehçesi ile  yazılmış İlk Kürt romanı 1950 li yıllarda İbrahim Ahmed tarafından yazılan  ve daha sonraları da, Rüstem Cemili adlı Kürt yönetmen tarafından sinemaya uyarlanmış olan JANA GEL adlı romandır. Bextiyar Elinin yazdığı,EVAREY PERWANE ise ilk modern Kürt romanı olarak kabul edilir. Daha sonraları ise ŞAR romanı gelmektedir.

Kürtlerin kullandığı bir başka alfabe de, Kiril alfabesidir. Ermenistan  ve eski SSCB ülkelerinde kullanılmaktadır. Giderek gerileyen bir alfabedir. Kürtler çok da rağbet etmemektedirler.

Ereb Şemonun kiril harflerle 1930 lu yıllarda  yazdığı ŞİVANÊ KURD adlı roman da, çağdaş romana örnek verilebilinir. Eğer uzun öyküler tarzında yazılmış olan bu yapıta roman diyecek olursak, buna göre Şivanê Kurd de en önde gelen Kürt romanıdır.Bu  roman kirilce yazılmıştır. Daha sonraları, il kez Özgürlük Yolu yayınlarınca Kurmanciye, ve daha sonraları da aynı yayın evi tarafından Kürt Çoban adı ile Türkçeye çevrilmiştir. Erebê Şemo, Şekroyé Xudo, Heciyé Cindi, Casimé Celil, Celilé Celil, Ekseré Boyik, Karlané Çaçan,Tosiné Reid, Weziré Eşo,Emeriké Serdar, Xelîlê Çaçan, Temurê Xelil ve daha onlarca kişi eski SSCB ülkelerinde ; önceleri Kiril daha sonraları da Latin harfleri ile eserler vermişlerdir.

Kürt dilinin eski ve güçlü edebi ürünlere sahip diğer  lehçesi de Kurmanci lehçesidir. Bu lehçe ile yazmış en önemli  Kürt şairler, Elî Herîrî (1425-1495), Feqîyê Teyran (1590-1660), Melayê Cizîrî (1570-1640) ve Ehmedê Xanî (1650-1707) 'dir. Ehmedê Xanî tarafından yazılmış olan Mem û Zîn adlı eser ilk kez 1730'da, yayınlanmıştır. Bu şairlerin kullandığı alfabe de, Aramice, yani Arap alfabesiydi.

Yüzbaşı Noelin tavsiyeleri doğrultusunda, Ünlü Kürt düşünürü Mir Celadetin kararı ile, Latin alfabesi de Kürt dili ile tanışmıştır. Kürtlerin Latin harfleri ile tanışması son yetmiş yılda gerçekleşmiştir. Bu nedenle yaşı yetmişin altında olan Kürtler , önceki dönemlere ait yazılı eserlerden yararlanma şansı bulamamıştır. Keza yetmiş yıla yakındır ki Irak ( Güney ) ve İran ( Doğu ) Kürtleri de Latin harflerle gelişip yaygınlaşan Kürtçe eserlerden istifade edememektedirler.

Kuzey de ise.  (Türkiye parçası ), son yıllarda, özellikle de sürgünde güçlü edebi eserlere rastlamaktayız. Kurmanci lehçesi ve Latin harfleri ile yazan Kürt edebiyatçılarının başında, Mehmet Uzun, Jan Dost, Kemal Burkay, Murad Cıwan, Mahmud Lewendi, Fırat Ceweri,Helim Yusif, Feqi Hüseyin Sağnıç, Muhsin Kızılkaya, Mustafa Aydoğan, Enwer Karahan, Malmısanıj, Lokman Polat, Munzur Çem, Rohat Alakom, Felat Dilgeş, Ziya Avcı, Aram Gernas, Hasan Kaya, Zana Farqini, Sami Tan, Abdullah Varlı, Ali Karadeniz ve adını sayamadığımız bir çok yazar ve edebiyatçı Kürt dilinin gelişmesine önemli katkılar sundular.

Dildeki lehçe farkları, kullanılan farklı alfabeler ve Kürtlerin bölünmüş yapısı daha güçlü bir dil ve edebiyatın doğmasını engellemiştir. Kürt edebiyatı, Kürtlerin birlikte yaşadığı ulusların edebiyatını da etkilemiş ve onlardan da etki görmüştür. Keza benzer bir duruma dil alanında yaşanmaktadır. Kürt dilinde de,  karşılıklı etkileşime rastlamak mümkündür. Bu doğal ve kaçınılmaz bir sonuçtur.
Nav Kürd
yorum | | Devamı...

Kürt Dili ve Kürt Edebiyatı


Kürt Dili ve Kürt Edebiyatı - İsmail Beşikçi
“Kürt Edebiyatı Üzerine” başlıklı yazıyla ilgili olarak Roşan Lezgin’den ve Recep Maraşlı’dan iletiler aldım.
Edebiyatı besleyen dildir. Dili zenginleştiren edebiyattır. Dil ve edebiyat arasında çok yoğun bir ilişki vardır. Bu ilişki Kürt dili ve Kürt edebiyatı söz konusu olduğu zaman da böyledir.

Boya olmadan resim düşünülemez. Ses olmadan müzik yapılamaz. Bu, resmin temel malzemesinin boya, müziğin temel malzemesinin ses olduğunu gösterir. Heykelin temel malzemesinin de taş olduğu söylenebilir. Edebiyatın temel malzemesi de dildir. Boya olmadan resim, ses olmadan müzik, taş olmadan heykel yapılamazsa, düşünülemezse, dil olmadan da edebiyat yapılamaz, düşünülemez. Bugün, Türk dilini zenginleştirenler, Türk Dil Kurumu’ndan çok, Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Çetin Altan, Vedat Türkali gibi yazarlardır. Kürtçe yazan Kürt yazarlarının Kürt diline katkısı bu bakımdan çok büyüktür. Mehmet Emin Bozarslan’ın, Mehmet Uzun’un, Firat Ceweri’nin, Malmisanıj’ın, Roşan Lezgin’in… yazıları bu bakımdan önemlidir.

1992 yılında Nûdem Dergisi yayına başladı. Nûdem, İsveç’te basılıyordu ama Kürtlerin yaşadıkları her alana gönderiliyordu. On yıl boyuncu düzenli olarak yayımlandı. Firat Ceweri’nin yönettiği Nûdem, Kürt dili bilincinin, Kürt edebiyatı bilicinin, Kürt alfabesi bilincinin gelişmesine çok büyük katkılar sağladı. Nûdem’in çeviri faaliyeti de oldu. Dünya edebiyatının önemli eserlerinin, önemli edebi yazıların Kürtçeye çevrilmesi amaçlanıyordu. Bu çabanın, çeviri çabalarının sürmesinde de büyük yarar var. Dünya edebiyatının temel  eserlerinin Kürtçeye kazandırılması Kürtçenin gelişmesinde ciddi rol oynayacaktır. Doz Yayınevi’nin Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı, Cervantes’in Don Kişot eserlerini Kürtçeye kazandırması olumlu bir gelişmedir. Diyarbakır’daki Lis Yayınevi’nin “Dünya Edebiyatından Yüz Temel Eser” dizisi, çeviri çabaları bu bakımdan dikkate değer.

Homeros, İbn Haldun, Shakespeare, Cervantes, Moliere, Montaigne, Honere de Balzac, Victor Hugo, Goethe, Henrich Heine, Dostoyevsky, Tolstoy, Turgenyev, Gogol, Gançarov, Gustave Flaubert, Stendhal, Charles Dickens, Knut Hamsun, Henrik İbsen, Marcel Proust, Oscar Wilde, Jack London, Ednest Hemingway, Tagore, Willaam Faulkner, John Steinbeck, Şolohov, Gabriel Garcia Marquez gibi yazarların, düşünürlerin Kürtçe’ye çevrilmesi Kürt dilini zenginleştirecektir.

Türkçe yazan Kürt yazarları

Türkçe yazan Kürt yazarları epeyce vardır. Bunların Kürtçeye çevrilmesi de büyük önem arzetmektedir. Yaşar Kemal, Ahmet Arif, Orhan Kotan, Yılmaz Güney, Hasan Bildirici, Metin Aktaş gibi yazarların, roman ve şiirlerinin Kürtçeye kazandırılması gerekir. Ahmet Arif’in, Orhan Kotan’ın bazı şiirlerinin Kürtçeye çevrildiği biliniyor. Fakat bunların Kürtçe okunduğuna kişi olarak rastlamadım. Nedim Baran, cezaevinde düzenlenen gecelerde,  Orhan Kotan’ın Gururla Bakıyorum Dünyaya kitabındaki, “Halkların Kardeşliği Adına” başlıklı destansı şiiri sık sık okurdu. Ama Kürtçe okuyana rastlamadım. Ahmet Arif’in kitabının yeni bir çevirisi yapıldı. Mükemmel bir çeviri olduğu söylenebilir. Orhan Kotan’ın yeni çevirileri de yapılmalıdır.

Ahmet Arif (1927-1991), üçlü, gruplar içinde, dörtlü gruplar içinde, Kürtlere ilişkin duygularını ve düşüncelerini efkarlı bir şekilde dile getirirdi. Ama kamuya açık toplantılarda, basında, bunları dile getirmekten uzak dururdu. Ahmet Ağabey’le 1974-1975 yıllarında, Ankara’da, Zafer Pasajı’nda, Ümit Fırat’ın, Barış Kitabevi’nde  tanışmıştım. Daha sonra, çeşitli mekanlarda, farklı zamanlarda bir arada olduk. Şiirlerini içtenlikle okurdu. Türkçe olarak okurdu. Bazen ezik, bazen dirençli bir Kürttü.  Hasretinden Prangalar Eskittim kitabını, Cem Yayınevi, “Türk Şairleri Dizisi’nde yayımlıyordu. Ahmet Ağabey, bu tutuma, “ben Kürt şairiyim” diye tepki göstermezdi. Bu konularla ilgili konuşmalarımız olmazdı.

Orhan Kotan (1944-1998) da Türkçe yazan bir Kürt şairiydi, bir Kürt düşünürüydü.  Orhan Kotan düşünceleriyle, duygularıyla bir Kürttü. Basında, kamuya açık toplantılarda duygularını düşüncelerini sık sık dile getirirdi. Orhan Kotan’ın yaşamında, Komal-Rızgari, Kürdistan Presss dönemi belirleyici bir öneme haizdir. Yaşamının son yıllarında, Realite Pres diye 4-5 sayılık bir dönem de vardır. Bu ilk döneme göre bir sapmadır. Ama Orhan Kotan’ın yaşamını belirleyen ilk dönemdir. Orhan Kotan’dan geriye kalanlar ilk dönemden geriye kalanlardır. Bu ikinci dönem de elbette yok sayılamaz, kesip atılamaz. Ama, duygular, düşünceler, yaşam biçimi, duruş, direniş, ilk döneme daha uyarlı özellikler taşımaktadır. Türk edebiyatı incelemeleri yayımlayan hiçbir dergide, Orhan Kotan’ın “Türk şairi” olarak algılandığını görmedim. Hiçbir Türk şiiri antolojisinde Orhan Kotan’a yer verildiğini görmedim.

Hasan Bildirici, Ahlat’daki ailesiyle, yaşam öyküsüyle ilgili bilgiler vermektedir. Bir Türk aileye, Kürtlerden bir gelin geldiği zaman, sürecin nasıl geliştiği, incelenmeye değer bir konudur. Bu konuda, gelinin sınıfsal konumuna bakmak gerekir. Yoksul bir Kürt aileden,  bir kız, bir Türk aileye gelin geliyorsa, bu, gelinin asimilasyon sürecini hızlandırıcı bir etki yaratır. Çevresinde etkili bir Kürt aileden, bir Kürt aşiretinden, yoksul bir Türk aileye gelin gelmesi, ender rastlanan bir olgu oluyor. Kadın tarafı dayılar, teyzeler bakımından güçlüyse, yaygınsa asimilasyon ters yönde gelişebiliyor.

İlerigelen bir Kürt aileye, diyelim, çevresinde etkili olan bir Kürt aşiretine, bölgede ilerigelen bir Türk aileden veya Türkmen aileden bir gelin geliyorsa, bu da Kürtlerin asimilasyonuna yol veren bir etki yaratıyor. Aile Türk veya Türkmen gelinleriyle iletişim, ilişki kurabilmek, dolayısıyla onun dilini öğrenebilmek için çok yoğun bir çaba harcıyor. Çevresinde etkili bir Türk aileden, bir Türkmen aşiretinden, yoksul bir Kürt aileye gelin gelmesi olayına ender rastlanıyor. Bu durumun çeşitli nedenleri olabilir. Bu durumda asimilasyon ters yönde gelişebiliyor.

Hasan Bildirici’nin anası, genç yaşında, Hasan bebekken ölmeseydi, Hasan, anasından, anasının ailesinden, dayılarından, teyzelerinden bir şeyler kapabilirdi. Hasan, ana tarafından çok baba tarafından, amcalarından, halalarından söz ediyor.

Anadil, Kadir Cangızbay Hoca’nın vurguladığı gibi, Mithat Sancar Hoca’nın da belirttiği gibi, öğrenmenin bilincine varılmayan, bunun için bilinçli bir çaba sarfedilmeyen,  öğrenme sürecinin farkını varılmayan bir dil oluyor. Yemek yemek gibi, su içmek gibi, Bunun da iki önemli kaynağı var. Aile ortamı, ana-çocuk ilişkileri, sokak, çocuğun sokaktaki arkadaşlarıyla ilişkileri… Ahlat’da nüfus dağılımının, mahallelere göre incelenmesi önemli olmalı. (Mithat Sancar, Lisan Bizi Nasıl Böler, Taraf, 3 Eylül 2009, s. 13)

Türkçe yazan Kürt yazarları, Kürt kültürünün, Kürdolojinin gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. Bu yazarların Kürtçeye çevrilmesi, Kürt edebiyatında da önemli bir gelişme sağlayacağı açıktır. Uluslaşma sürecinde tercümenin çok büyük rolü vardır. Dünya edebiyatının, dünya düşün hayatının önemli eserlerinin Kürtçeye tercümesi, Kürtçenin, Kürt düşün hayatının zenginleşmesine katkı yapacaktır. Türkçe yazan Kürt şairlerini, Kürt yazarlarının tercümesinin ise, Kürtçeye çok daha büyük katkılar yapacağı kanısındayım.

Değinmeler

“Kürt Edebiyatı Üzerine” başlıklı yazıyla ilgili olarak Roşan Lezgin’den ve Recep Maraşlı’dan iletiler aldım. Yazının sonunda, “Kürtler açık kimlikleriyle yazmalıdır” şeklinde bir bölüm vardı. Roşan Lezgin bu görüşe karşı şöyle diyor: “Roşan Lezgin, benim Kürtlük adım. Devletin bana verdiği isimi kabul etmiyorum. Kürtlük adımı kullanıyorum.” Firat Ceweri, Roşan Lezgin, Berzan Boti, Malmisanij, Asa Zagrosi, Salih Agir Qoseri, Menice Brusk gibi isimler kanımca bilinen isimler. Bunlar, Roşan Lezgin’in dediği gibi takma isimler değil, esas isimler, Kürtlük isimleri…

Kürt sorunu çok büyük bir sorun. Çözümü çok gecikmiş, geciktiği için de güçleşmiş bir sorun. 1920’lerde çözüm daha kolaydı. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Irak, Ürdün, Filistin, Suriye, Lübnan gibi, bir de Kürdistan mandası (sömürgesi) kurulsaydı, günümüze kadar böyle bir sorun gelmezdi. 85 yılı aşkın bir zamandır, sorun çapraşıklaşmış, çetrefilleşmiştir. Soruna müdahil olanların sayısı artmıştır. Bütün bunlar  sorunun çözümünü zorlaştırıcı etkenler oluyor. O zaman 1920’lerden beri yaşanan bu süreci, yani Kürtlerin ve Kürdistan’ın bölünmesini, parçalanmasını ve paylaşılmasını bilimin, siyasetin ve diplomasinin kavramlarıyla incelemek gerekir.

“Kürtler açık kimlikleriyle yazmalıdır” derken teknik bir konuyu dile getirmeye çalışıyordum. Bilgisayar, internet, şüphesiz çok yararlı bir alet. İletişim olanaklarının hızla gelişmesi Kürt yazarlarını da çoğalttı. Bu da güzel. Ama şöyle bir sakınca da gelişiyor. Bu da dikkatlerden uzak tutulmamalı. Yazarların bir kısmı takma isimler kullanarak, bazı yazarlara hakaret ediyor, onları aşağılıyor. Açık kimlikleriyle yazsalar bunları yapacaklarını hiç sanmıyorum. İnsanlar, bunları, ancak, kendini takma adlarla gizlediği zaman yapabilir. Eleştiri, özeleştiri elbette çok önemli yöntemler, vazgeçilmez yöntemler… Ama hakaret, aşağılama, bunların bilinçli olarak yapılması kabul edilemez.

Günümüze kadar, hep, çocuklara Kürtçe isimler koyamamaktan, Q,W,X,Ê harflerinin özgürce kullanılamamasından konuşuyorduk. Şimdi, artık şöyle bir soru da gündeme geliyor. Türk, Heptürk, Tümtürk, Türkoğlu, Öztürk, Cantürk, Türkyılmaz, Türkgücü, Türker, Türkeri gibi soyadları daha çok Kürtlere veriliyor. Bunun yanında, Kaya, Deniz, Yıldız, Toprak, Demir, Bulut, Işık, Güneş gibi isimler ve soyadları da veriliyor. Çocuğuna Kürtçe isimler koymaya çalışan ana-babanın, devletin kendilerine verdiği isimlerle, soyadlarıyla ciddi bir sorunu olmaması dikkate değer bir konu oluyor.

Selim Çürükkaya, Aysel Çürükkaya, 1990’larda, PKK saflarında mücadele yürüten militanlardı. Çok fedakar ve vefakar bir mücadele yürüttüler. Ama, devletin kendilerine verdiği isimlerle bir sorunları olmamış. PKK’de böyle sorunlar yok… ”Kürtlük adımı alayım. Mücadeleyi Kürtlük adımla sürdüreyim…” şeklinde bir anlayış yok. Aysel Çürükkaya ve Selim Çürükkaya kızlarının adına Soma Ma Diya koymuşlar. İşte esas Kürtlüğe dönüş,  öze dönüş, kendi değerlerine dönüş burada başlıyor. Kürt sorunun çok büyük bir sorun.  İnsan Kürtler hakkında daha çok şey bildikçe, öğrendikçe, sorunlar insanın bilincine daha çok çarptıkça, Kürtler hakkındaki bilgisinin ne kadar az olduğunu da fark ediyor.

Recep Maraşlı, bana gönderdiği yazıda, Osmanlı döneminde, daha sonra da Cumhuriyet döneminde, Türkçe’nin, İngilizce, Fransızca, İspanyolca gibi emperyal bir dil olarak algılanabileceğini, Türkçe yazan Kürtlerin bu ilişkiler çerçevesinde geliştiğini, onları da Kürt edebiyatı çerçevesinde değerlendirmek gerektiğini anlatıyor. Bu düşünceye karşı şöyle bir itiraz geliştirilebilir. Örneğin, Büyük Britanya. Hiçbir sömürgesinde, yerli dilleri inkar etmedi onları imhaya yönelmedi. Bilakis onları geliştirmek için enstitüler kurdu. Örneğin, 1858 yılında, Hindistan’da, Sanskrit Entitüsü, Büyük Britanya tarafından kuruldu. Türkiye’nin, Kürtlere, Kürtçeye karşı temel politikası ise inkara, imhaya dayalı bir politikadır. Türkçe yazdığınız zaman devletin bu politikalarını olumlamış oluyorsunuz.

09.09.2009
yorum | | Devamı...

Devrimci Kawa Efsanesi

Unknown 21 Temmuz 2013 Pazar 23:43

21 Temmuz 2013 Pazar


 Devrimci Kawa Efsanesi

Nevruz’un tarihsel kökenine inildiğinde günümüzden yaklaşık 4350 yıl gerilere dayanan bir geçmişinin olduğu görülmektedir. Bu dönemde Gutilerin tapınaklarda Zagmuk adında bir bayram yaptıkları bilinmektedir. Zagmuk da ‘Yeni gün’ anlamındadır. Zagmuk bayramı törenlerinde ateşler yakılır ve kral halkın arasına girer. Daha sonraki yüzyıllarda Zagmuk geleneğinin Zerdüştlükte de ortaya çıktığı görülür ve bu tören gelenekleri Gutiler’den sonra Hurriler, Kassitler, Mitaniler, Urartular ve Medler zamanında da korunur.

Bugün Nevruz efsanesi olarak bilinen ve özgürlük tutkusuyla bütünleşmiş olan Demirci Kawa efsanesi şöyledir:

EFSANE-1

Uzun yıllar önce, daha yeryüzünde kimsenin olmadığı dönemlerde Zervan isimli tanrının iki oğlu olmuştur. Birinin adı Hürmüzdür ve bereket ve ışık saçan anlamına gelmektedir. Diğerininki ise ise Ehrimandır ve kötülük ve kıtlık saçan anlamındadır. Fırat ve Dicle’nin yaşam bulduğu, Ahura Mazda’nın kutsadığı topraklarda Hürmüz hep iyinin ve uygarlığın temsilcisi, Ehriman da onun karşıtı olmuştur.

Hürmüz, dünyada kendisini temsil etmesi için Zerdüşt’ü gönderir ve yüreğini sevgi ile doldurur. Zerdüşt ise buna karşılık oğullarını ve kızlarını Hürmüz’e hediye eder. Ehriman bu durumu kıskanır ve yüzyıllar boyunca sürecek olan iyilerle savaşına başlar. Tüm iyilere, Zerdüşt’ün soyuna ve iyiliklere Medya coğrafyasındaki yaşamı çekilmez bir duruma getirir. Ehriman bazen gökten ateşler yağdırır bazen fırtınalar koparır ve iyiliğe ve iyilere hep zulm eder. En sonunda da içindeki nefreti ve kötülük zehrini zalim Kral Dehak’ın beynine akıtır ve onu bir bela olarak Asur ve Med halkının üzerine salar. Dehak’ın bildiği tek şey kötülük etmektir. Zalim Dehak halkının kanını emerken beynindeki zehir bir ura dönüşür ve onu ölümcül bir hastalığın pençesine düşürür. Dehak acılar içinde kıvranarak yataklara düşer ve hastalığına bir türlü çare bulanamaz. Dönemin doktorları acılarının dinmesi ve yarasının kapanması ve hastalığının iyileşmesi için yaraya genç ve çocukların beyinlerinin sürülmesini önerirler. Böylece kürtlerin yaşadığı coğrafyada aylarca hatta yıllarca süren bir katliam başlar; her gün zorla anne ve babalarından alınan iki gencin kafası kesilip beyinleri merhem olarak Dehak’ın yarasına sürülür. Bu katliam sürerken, sıra Med halkının çocuklarına gelir. Gençler öldükçe Fırat’ın, Dicle’nin, Mezrabotan’ın hali perişan ve içler acısıdır. Halk çaresiz ve güçsüz düşmüştür. Gençler katledilirken sıra bir gün daha önce bu şekilde 17 oğlunu kaybetmiş olan Kawa adındaki demircinin en küçük oğluna gelmiştir

Kawa, 20 Martı 21 Marta bağlayan gece sabaha kadar demir ocağının başında sabahlar ve oğlunu zalim Dehak’ın katlinden kurtarmak için çareler düşünürken imdadına göğün yedinci katındaki iyiliğin temsilcisi Hürmüz yetişir. Ninowa'lı Kawa'nın yüreğini sevgi ve umutla doldurur ve bileğine güç, aklına ışık verir. Ona Zalim Dehak'tan kurtuluşun yolunu öğretir. 21 Mart sabahı, gün doğduğunda, Kawa oğlunu kendi eliyle Dehak’a teslim etmek ister ve zulmün ve kötülüğün kalesi olan Dehak'ın sarayına girer. Oğlunu zalim Dehak’ın huzuruna çıkarırken yanında getirdiği örsünü Dehak’ın kafasına vurur. Dehak’ın ölü bedeni Demirci Kawa’nın önüne düştüğü anda kötülüğün alevi Ninowa’da söner. Kısa sürede bütün Ninowa ve bölge halkı isyan eder ve ateşler yakarak saraya yürürler. Zulme karşı isyanı başlatan Kawa, demir ocağında çalışırken giydiği yeşil, sarı, kırmızı önlüğünü isyanın bayrağı, ocağındaki ateşi ise özgürlük meşalesi yapar. Ninowa cayır cayır yanarken meşaleler elden ele dolaşır, dağ başlarında ateşler yakılır ve kurtuluş coşkusu günlerce devam eder. Zalim Dehak’tan kurtulan halklar 21 Mart’ı özgürlüğün, kurtuluşun ve halkların bayramı olarak kutlar. Demirci Kawa; başkaldırı kahramanı, Newroz ise; direniş ve başkaldırı günü olarak tarihe geçer.

EFSANE-2

Diğer bir Kawa efsanesine göre, günümüzden 2500-2600 yıl öncesinde Zuhak (Bazı kaynaklara göre Dehak) adında Asurlu çok ama çok zalim bir kralın altında yaşayan Kawa adında bir demirci vardı. Bu kral tam bir canavardı ve efsaneye göre her iki omzunda da birer yılan bulunuyordu. Her gün bu iki yılanı beslemek için Kürtlerden iki kişiyi sarayına kurban olarak getirtip aşılarına bu iki çocuğu öldürtüp beyinlerini yılanlarına yemek olarak verdiriyordu. Aynı zamanda bu canavar kral ilkbaharın gelmesini engelliyordu. En sonunda bu zulümden bıkan ve bir şeyler yapmak isteyen Armayel ve Garmayel adlı iki kişi kralın sarayına mutfağa aşçı olarak girmeyi başarırlar ve Kralın yılanlarını beslemek için beyinleri alınarak öldürülen çocuklardan sadece birini öldürüp diğerinin gizlice saraydan kaçmasına yardımcı olurlar. Böylece ellerindeki bir insan beyni ile kestikleri bir koyunun beynini karıştırarak yılanlara vererek her gün bir çocuğun kurtulmasını sağlamış olurlar. İşte bu kaçan kişilerin Kürtlerin ataları olduğuna inanılır ve bu kaçan çocuklar Kawa adlı demirci tarafından gizlice eğitilerek bir ordu haline getirilirler. Böylece Kawa'nın liderliğindeki bu ordu bir 20 Mart günü zalim kralın sarayına yürüyüşe geçer ve Kawa kralı çekiç darbeleri ile öldürmeyi başarır. Kawa etraftaki tüm tepelerde ateşler yakar ve yanındakilerle birlikte bu zaferi kutlarlar. Böylece Kürt halkı zalim kraldan kurtulmuş olur ve ertesi gün ilkbahar gelmiş olur.

EFSANE-3

Efsane ye göre Asur kralı Dehak Mezopotamyave Ortadoğu’nun tek hâkimidir. Kürtlerin ataları olan Medler, İranlıların ataları Persler, Ermenilerin ataları Urartular ve şimdi soyları tükenen Huriler, Babiller ve Elamlılar Dehak’ın hükümranlığıaltında yaşamaktadırlar.

Zalimliği ile ünlenen Asur kralının omzunda iki yılan çıkar. Buyılanların Dehak’a zarar vermemesi için şeytan her gün iki Med gencininbeyninin yılanlara verilmesini önerir. Bunun üzerine her gün iki Medgencinin beyni yılanlara verilmeye başlanır. Ancak hızla gençler azalmakta ve de halk bu duruma tepki göstermeye başlamaktadır. Gençlerin hızla yok olmasını engellemek için halk, Dehak’a ikinci beyin olarak kestikleri hayvanların beynini vererek zulmü biraz yumuşatmaya çalışırlar. Dehak’tan kurtardıkları ikinci gençleri dağlara gönderip orada saklamaya başlarlar. Dağlarda toplanan bu gençler daha sonra bugünkü Kürtlerin atalarını oluştururlar…

Dehak’ın omzundaki yılanlarının beyin yeme sırası demircilik yapan Kawa’nın oğluna gelir. Demirci Kawa yiğit, cesur ve iyi yürekli biridir. Oğlunun ve halkının böyle katledilmesini kabullenmez. Çevresindeki insanlarla konuşur ve onlara Dehak'ın zulmünden kurtulmanın tek yolunun onu öldürmek olduğunu anlatır.

M.Ö. 612 yılında Demirci Kawa örgütlediği Med halkıyla birlikte Dehak'ın sarayını basarak balyozla Dehak’ın kafasını parçalayarak öldürür. Dağda yaşayanlara haber vermek için de sarayın avlusunda büyük bir ateş yakarlar. Bu ateşi gören dağdaki gençler evlerine geri dönerler. Ve her yıl, 21 Martta büyük ateşler yakarak, özgürlüklerine kavuşmalarını kutlarlar. Demirci Kawa’nın zalim Dehak’ın sarayını başına geçirdiği gün olan 21 Mart tarihini o günden sonra başta Medler olmak üzere tüm Ortadoğu halkları bayram olarak kutlamaya başlarlar.

DEMİRCİ KAWA'NIN EMEKÇİLER AÇISINDAN ÖNEMİ:

Efsane gerçeğin ta kendisi olmamakla birlikte kaynağını gerçeklerden alır. Efsane, yaşanmış ya da yaşanması muhtemel olaylar manzumesidir. Kulaktan kulağa, nesilden nesle yayılan aktarımların bir ürünü olarak yaşar. Efsaneleri yaratanlar halklardır.

Tarih kayıt altına alınmışın resmi aktarımdır. Efsane ise yaşanmış ya da yaşanması muhtemel olayları kuşaktan kuşağa aktararak mitolojik bir özellik taşır. Efsanede anlatılan olaylar / hikayeler bazen hayali olabilir.

Asur Kralı zalim Dehak ve onun sarayını yerle bir eden Demirci Kawa ile ilgili aktarımlar tamamen birer efsanedir. Efsanelerde bir şekilde kulaktan kulağa, nesilden nesle bir aktarım olduğuna göre içinde gerçek paylarda taşımaktadır.

Efsanede anlatıldığı gibi 21 Mart’ı başta Kürtler ve İranlılar olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının iki bin yıldır bayram olarak kutlamaktadır.

Newroz, Kürt halkının demirci Kawa önderliğinde Dehak zulmüne isyan ateşini tutuşturduğu ve zaferle taçlandırdığı gündür. New=Yeni, Roz=Gün olup Newroz "Yenigün" anlamına gelir. Bahar yeniliktir. Hareketlilik ve canlılıktır. Kışın tembelliğin, monotonluğunun ve donukluğunun silkinişidir. Bahar mevsimi mücadele ve başkaldırı günleriyle doludur.

Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen, direniş özünü kaybetmeksizin her 21 Mart günü coşkuyla Kürt ve İran halklarınca kutlanan Newroz, halkların özgürlüğe olan özlemini ve inancını da taşır. Tarihteki soykırımlara, katliamlara, Halepçelere, yok etme politikalarına rağmen bugüne dek içeriği zenginleşerek, güncel olaylarla birleşip gelen Newroz'un giderek serhildanlarla daha az yayılması aynı zamanda Kürt kültürünün köklerinin zenginliğini de göstermektedir. Bu başkaldırı ve zalimleri yakan ateş son yıllarda daha fazla dağı, daha fazla meydanı ve daha fazla alanı aydınlatıyor. Yeni Dehak’lar ateşi söndüremiyorlar, ama özgürlük ateşi yeni Dehak'ları da yakıp daha da gürleşecek ve din, dil, ırk, ulus, cins farklılığı gözetmeksizin tüm emekçilerin birlikte kavgasının yolunu aydınlatacaktır.
yorum | | Devamı...

Kürt Mitolojisi Ateş Kültürü


 Kürt Mitolojisi Ateş Kültürü

Kürt kültürünün temelinde, güneş ve su var. Güneş, kürtlerin kollektif bilincinde ve kollektif sosyal pisikolojisinde çok önemli yer tutar. Bununda nedeni yaşadıkları coğrafyadır. Kürtlerin, yaşadığı toprakların iklimine ve uğraşlarına bakıldığında güneşin ve suyun belirleyici rolü hemen anlaşılır.

Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın, soğuk olmasından dolayı, halk bol yiyeceğe, sıcak barınaklara ve hayvanları için verimli otlaklara ihtiyacı vardı. Bütün bu gereksinimlerinin karşılanması için, güneş ve su gereklidir. Bereketin bu iki unsuru olmadan, zengin bir yaşamın olmıyacağını günlük yaşamlarındaki deneyimlerinden çıkaran Kürtler, hem güneşi hemde suyu yararlılıklarından dolayı kutsamışlar, tanrılaştırmışlar ve güneş ve suya bütün yaşamın ve canlılığın kaynağı olarak bakmışlar.

Güneşin doğuşu, yeni bir günün başladığını müjdelerken, sevinçin ve umutların kaynağı olmuş. İnsanlar, güneş enerjisinin yaratıcı özelliklerini, belki bilimsel verilerle açıklama bilgilerinden yoksundular ama, deneyimleri onlara güneşin yaratıcılığını öğretmişti.

Kürt Mitolojisinde, güneş tanrısı MİTRA su tanrısı ise güzelliği ile ünlü ANAHİTA dır. Güneş, Zerdüşt dininde de önemli bir yer tutar. Ahura Mazda’nın özelliklerinde sayılan yaratıcı güç Vohumanah (Ameşa Spenta-Ölmez Azizler) dünyaya mutluluk veren güneşin ışığıdır.

ATEŞ KÜLTÜRÜ,

Kürtlerin, ateşi kutsal bir varlık olarak görmelerinin tarihi temeli, Medleri oluşturan kabilelerden biri olan magaların, eski dini olan Magilikten kaynaklanmaktadır. Magalar, diğer dinlerde olduğu gibi, tanrıya kayıtsız şartsız teslim olma sözkonusu değildi. Magalar, yaptıkları sihirlerle (MAGİ) tanrıları etkiliyeceklerini düşünüyorlardı. Bundan dolayı yaşam için gerekli olan aydınlığa ve ısıya kavuşmaları için, ateşler yakarak güneşi taklit ederlerdi. Böylece, tanrıları etkiliyerek, güneşin sürekli doğmasını sağlıyacaklarını ve arzuladıkları sonuca ulaşacaklarını sanıyorlardı. Bundan dolayı ateş, sürekli yanardı. Zerdüşt, ekonomik ve sosyal koşulların zorlamsı sonucu ari dinlerini, yeniden günün ihtiyaclarına göre düzenlemeye başladığında, eski dinleri tamimiyla dışlamamış, zamanın koşullarına göre yararlı olan bazı özelliklerini yeni dine aktarmıştır. Ateşin güzelliklerini Mazdaizme entegre etmiş ve Ahura Mazdayı, ışık ve ateşin tanrısı olarak nitelemiştir. Ateş kulelerinde, sürekli ateşler yanar. Ateş kulelerinde yanan ateşe dokunulmaz ve kirletilmezdi. Ateşin sürekli yanmasını sağlıyan kişi, ateşi nefesi ile kirletmemek için ellerinde eldiven, ağzını kapattığı bir peçe bulunurdu.

Kürtlerin ateşi kutsamaları iki ana nedenden kaynaklanır.

1- Güneşin, yeryüzündeki simgesi oluşu

2- Günlük yaşamdan kaynaklanan kullanım değeri (ısınma-ışığından faydalanma) ve temizliğin, bilgeliğin sembolü ve kötülükleri ortadan kaldıran niteliklere sahip olmasından dolayı. İnsanlar, ateşi çeşitli sebeplerden dolayı yakarlardı.

A- Dönemsel ateşler. Her yıl, aynı günde yakılan ateşler (Newroz) . Hayvancılık ve tarım, yaşamın temelini oluşturduğu için, mevsimler, Kürt yaşamında önemli bir yer tutar. Bahar mevsimi, diğer mevsimlere göre bir ayrıcalığa sahip. Doğa yeniden canlanıyor. İnsanlar karanlıktan kurtuluyor. Kışın, yokluklarına karşın toprağa bereket düşüyor. İnsanlar baharı kutlamak ve ona hoşgeldin demek için büyük ateşler yakarlarladı.

B- Kurban olarak. Zerdüşt dininden kaynaklanan bir düşünce. Zerdüşte göre, kurban kesmek müsrüflük sayıldığından, dini ayinlerde, hayvanlar kurban edilmez, onun yerine ateşler yakılırdı. Bu davranış, hayvancılığın başlıca geçim kaynağı olduğu dönemde İçanadolu kürtleri tarafında uygulanırdı. İçanadolu kürtleri, büyük sürülere sahip olmalarına rağmen, islam dinin öngördüğü kuralların dışında, kendi özel zevkleri için hayvan kesmezlerdi.

C- Özel günlerde yakılan ateşler.

Özel günlerde yakılan ateş, bereket getirmesi ve kötülükleri savması için yakılır ve insanlar alevlerin üzerinde atlarlardı. İnsanlar, yakılan ateşlerin alevlerinin üzerinde fenalıklardan korunmak, mutlu, sağlıklı bir hayat ve günahlarından arınmak için atlarlardı. İçanadolu kürtleri arasında düğünlerde sin sin ateşi yakmak ve üzerinde atlamak, çok sıkça rastlanılırdı. Ama son yıllarda bu gelenek tam değilsede, terkedilmiş görülüyor. Günümüzde hemen hemen kitlesel olarak ateş, sadece Newrozlarda (21 Mart) yakılıyor. Halbuki, düğünlerde yakılan ateş, düğünlere ayrı bir heyacan ve güzellik katardı. Üç etek giymiş kızlar, kadınlar ve gelinler sin sin ateşinin etrafında halay çekerlerdi. Gecenin karanlığını, ateşin alevleri ve renga renk elbiseler süslerdi. İnsanlar topluca ateşin üzerinden atlar, türkü söylerlerdi. Yakın zamanlara kadar, İç Anadolu kürtleri Ateşi su ile söndürmek güneşten ferekat etme anlamına geleceğinden, ateşi kendi kendine sönmeye terkedilirdi.

Kultürümüzü ve kimliğimizi anlamak, tarihimize süreklilik kazandırmak, kültürel birliğimizi oluşturmak ve kültürümüzü diğer kültürlerden farklılıklarını anlamak için, kültür değerlerimize sahip çıkmak, tarihi bir görevdir. Özelliklede, asimilasyonun canavarlaştığı günümüzde, kültür mırasımıza sahip çıkmak, bizi yabancılaşmaktan, köksüzlükten, dengesiz davranışlardan kurtarır ve asimilasyona karşı güçlü kılar.
yorum | | Devamı...

İsyan Demircileri

sözcüklerimizle karanlığı ezip geçtik
artık önümüz hep aydınlık.
yüreğimizden dünyaya
pahalı sevgiler ışıldıyor.

bir barış türküsüdür;
baharda açan çiçek
mavilikte uçan kuş
toprakta börtü böcek.

yaşamak, fırından yeni çıkmış ekmek gibi
sıcak ve doyumsuz,
ümitli bir şey.

yaşamak, alın akı hürriyet.



İletişim;

Ad

E-posta *

Mesaj *